Üniversitede tasarım okuduğum yıllarda ziyaret ettiğim, daha sonra bir türlü fırsatını yakalayamadığım, aklımdan çıkaramadığım Londra’ya haziran ve eylül aylarında üst üste iki defa gitmenin haklı hazzını yaşıyorum.
Sizlere bu hazdan bahsetmek benim için bir zevk, inanın.
Bu arada merhaba! Ben Kamil. Bir tasarımcı, bir eğlence adamı, bir müzmin bekâr, bir deli dolu adamım. Eğlenmeyi ve eğlendirmeyi o kadar severim ki; bir ara, Bar- Restoran ve gece kulübü işletmesi bile yapmışlığım var. İstanbul’da yıllarca yaşadım ama şimdi doğduğum topraklara Ege’ye, sakin yaşamıma geri döndüm. Bir koç burcu olarak bu beni durdurdu mu sizce? Tabi ki; Hayır, yazımı okuyunca siz de anlayacaksınız ?
Öncelikle Londra’da görülmesi gereken o kadar yer var ki; Eğer gidip 1 ay kalmıyorsanız, gezeceğiniz yerleri ilgi alanınıza ve zamanınıza bağlı olarak seçmek en mantıklısı oluyor. Ayrıca bunu yaparken de zamanınızı iyi planlamanız gerekiyor. Yakın dostlarımı ziyarete gittiğim Londra’da beraber kendimize gün bazında bir liste hazırladık. Öyle ki; Sağ olsunlar tam da istediğim gibi bir deneyim yaşattılar bana. Hayalimdeki şey ise, İngiltere’de yaşayan bir İngiliz gibi Londra’nın tadını çıkarmaktı. Çıkardım da.
Londra’ya adımı atar atmaz, arkadaşlarımın oturduğu semt olan East Putney’e yakın Wandsworth Parkta piknik yaptık. Park haziran ayının hakkını verir gibiydi. Genç ve enerjisi yüksek insanlarla daha da çekici gözüküyordu. Londra’daki ilk günümdü. İlkler unutulmaz derler ya… İşte o ilk günüm; eski sevgili ile tekrar karşılaşmak gibiydi.
Devam eden günlerde rutinimi bozmadan her sabah egzersizle güne başladım. Dostlarımın benim için özenle hazırladığı İngiliz kahvaltıları ile her günümü taçlandırdım. Beraber hazırladığımız günlük programlarımıza hep bağlı kaldık. Ve her günümüzü renkli detaylarla süsledik.
Öncelikle not almak isteyebileceğiniz önemli bir detaydan bahsetmek isterim size: Londra’da toplu taşıma sistemi çok önemli. Toplu taşıma sisteminde kullanılan bilet kartına Oyster ismi verilmiş. Oyster kartı, içine önceden para yüklenen ve kullandıkça içindeki bakiyeden düşen bir ödeme sistemi olarak düşünebilirsiniz. Bu karttan edinmeniz işinizi çok kolaylaştırır.
Başta British Museum, Victoria & Albert Museum, Tate Modern müzelerini, Sloane Square’de Saatchi Gallery’yi gördüm. Hepsi de birbirinden ayrı güzellikte ve dünyanın en gözde sanat eserlerini sunuyorlar. Bütün müzeler ücretsiz ve halka açık… Sadece süreli sergilerde ücretlendirme var. Ayrıca konumları, kafeteryaları, bahçeleri ve galeri – müze mağazalarıyla da şehir halkına doyumsuz bir deneyim yaşatıyorlar.
Denememden bahsetmişken, ben de yaşadığımız deneyimlerden size bahsedeyim: Londra’da Dünya’nın en ünlü köprülerinden birisi olan Tower Bridge’de içkiler içildi, Tate Modern’nin muhteşem manzaralı kafesinde, İngiliz çaylarının reçelle yenilen çöreği “Scone’lar” mideye indirildi. Soho kutsal mekân edasıyla sürekli ziyaret edildi. Artık nerdeyse bize ayrılan bir bistro masamız bile olmuştu… Piccadilly meydanı ve arka sokaklarında bol bol turlar atıldı. Çin Mahallesi sık sık ziyaret edildi. Çünkü hepimiz için Çin yemekleri vazgeçilmezimiz. Aman Allah’ım ne kadar güzeldi. Tatları damağımızda kaldı.
Londra’nın en turistik bölgesi olarak kabul edilen, Londralılar tarafından pek tercih edilmeyen ve daha çok alternatif yaşam tarzına sahip turistlerin uğrak yeri olan Camden Town’u ziyaret ettik. Camden Town deyince sizin aklınıza gelen ilk isim kimdir diye sorsam; Amy Winehouse dediğinizi duyar gibiyim. Amy Winehouse’un favori mekânı The Hawley Arms ziyaret edildi.
Her biri farklı renkteki sıra evleri, her cumartesi kurulan sokak pazarı ‘Portobello Road Market’iyle ve ikinci el dükkânlarıyla Londra’da ayrı bir havası olan bölgelerden Nothing Hill’de havalı bir tur atıp orijinal İngiliz publarından Knights of Nothing Hill’de turumuzu noktaladık.
Tiyatro ve gösteri tutkumuzun ateşini The Dominion Theatre’da gösterimi süren Grease Müzikali ile söndürmeden önce uğradığımız The Cross Keys ve diğerleri gibi kendine münhasır tarzı dekorasyonu ve havası ile Greene King’de kadehlerimizi sağlık, mutluluk ve güzelliklere kaldırdık. Özellikle iş çıkış saatlerinden itibaren pubların önünde görülen bu kalabalıklar, bence sosyal yaşamın en güzel tezahürü… Bundan faydalandık mı? Evet! Bu vesile ile publardan sokaklara taşan kalabalıklarda çevremizi süzüp, etrafımızdaki İngilizlerle sıcak temasa girdik. Makara yaptık.
Sokak gösterileri, şık dükkânları, hediyelik eşya satan mağazaları, devasa meydanı ile en sevdiğim yerlerden biri olan Covent Garden’da alışveriş yapıp, Petersham Nurseries Deli’de sandviçlerimizi yiyip, kahvelerimizi yudumladık.
Sıra dışı günlerimden birinde; yarı İngiliz, yarı Yeni Zelandalı eski bir tanıdığım ile bir araya geldik. Benim için planladığı Regents kanalı boyunca bisiklet turumuzu yaptık. Rotamızda yer alan gençlik yıllarımın hayali üniversitesi Central Saint Martins’i görme ve içine girip, havasını teneffüs ederek gezebilme ayrıcalığını yaşadım. Yakın dönemde yaşadığı değişim ile Londra’nın elit tabakasının uğrak semti olan Hacney de bir kafede dinlenip nefis keklerimiz yedik. Nefis bir gündü.
Londra’da olup da tanıdık kim varsa toplanıp bir araya gelinmeyen bir seyahat düşünemezdim. Son günlerde Camden Town’nın popülerliğini elinden alan ve bence Londra’nın en orijinal semtlerden biri olan Brick Lane sokaklarını keşfe çıktık. İlk çağlardan beri bir durumu resmetme, tanımlama ya da dikkat çekme yöntemlerinden birisi olan, grafiti duvar sanatı ile gözümüzü doyurduk. Ama midemizi de doyurmalıydık ve bölgenin en meşhur tuzlu sığır etini yiyebileceğiniz ‘’ Beigel Bake ‘’ de karar kıldık. Yedik mi yedik.
Şehrin en harika dükkânlarını, mağazalarını dolaştık. Brick Lane dediğim gibi o kadar sürprizli bir semtti ki; yeni sanatçıların katılım yaptığı ’ New Artist Fair ‘’ e denk geldik. Fuarı gezdik. Yeni ve uluslararası sanatçılarla sohbet ettik. Eserlerini inceleme fırsatını yakaladık. Pazar, dükkân, kafe, alışveriş deneyimlerini bir arada sunan ‘’ Spitalfields Market ‘’ ile günü sonlandırdık.
Bazen Londra’nın gece hayatına Soho ile başlayıp devamını gece kulüplerinde sonlandırdık. Ne yani eğlenmese miydik? Eğlendik. Hem de son damlasına kadar.
Şehirden kaçalım dediğimiz noktada araba ile şahane bir kıyı şeridi seyahati gerçekleştirdik. Benim için unutulmaz bir deneyimdi. İngiltere’nin en şanslı turisti ben olmalıydım diye düşündüm. Tüm kıyı boyunca yemyeşil kırlar, geleneksel şekilde inşa edilmiş evler, köyler, sakin bir yaşam gözümün önündeydi. Eastbourne da mola verdik. Dolphin Fish Bar & Restoran, Fish & Cips deneyimimin en iyisini yaşadım.
Yola sahilden devam ettik. Sonra bir baktım ki adeta BBC İngiliz dizilerinin çekim platosu gibi bir yerdeyiz. Sahil, yüksek yamaçlar, deniz ve kırsal bitki örtüsü ile nefes kesen bir manzaraya sahip Birling Gap’tayız. Anılarımızı belgelemek için bol bol fotoğraf çekildik.
Ve en son durağımız olan Brighton’a vardık. İngiltere’nin Güney Doğu bölgesinde Manş Denizi kıyısında yer alan Brighton, kocaman sahili, iskelesi, dükkânları, binaları, şık kalabalığı ile benim için unutulmaz bir sahil şehriydi.
Bir gün içerisinde dört mevsim yaşanır mı? Yaşanıyormuş. Sabah saatlerinde soğuk ve kapalı olan havaya aldanıp kalın bir şeyler giydiyseniz, öğle saatlerinde güneş açabilir ve sıcaktan bunalabilirsiniz. Kısa kollularla dolaşırken yanınızda yağmurluk ya da şemsiye bulundurun. Zira hava günlük güneşlik iken bir anda bastıran yağmurdan sebep sırılsıklam olabilirsiniz.
Londra’nın simgelerinden London Eye, yüz yıllık bir geçmişi olan Buckingam Sarayı, dünyaca tanınmış Harrods Mağazası, Oxford Caddesi, Regent Caddesi, Piccadilly Circus, Kings Road ve alışveriş çılgınlığının adresi Carnaby Caddesi…
Dünyada metronun ilk kurulduğu, trafik lambalarının ilk kez kullanıldığı, dünyanın en esaslı mutfak geleneklerini her köşe bucakta tadılabildiği, günün yorgunluğunu atmanız için hemen hemen her semtte bulabileceğiniz parklarıyla molalarınızı keyifli hale getirebildiğiniz, panoramik bir şehir turu yapmak isterseniz iki katlı üstü açık kırmızı otobüslerle dolaşabildiğiniz, sanatın özellikle tiyatronun tavan yaptığı ve her sokağından tarih akan bir şehir olan Londra! Bana sorarsanız hem gezilesi hem yaşanası bir şehir.
Ohh bee… İyi ki gitmişim. Ne güzel de gezmişim.
Kamil Çakır