İnterrail ile 40 gün süren seyahatim sırasında gezdiğim ülkeler arasında beni doğal güzelliği ile en çok büyüleyen ülke Norveç oldu. Temmuz ayında gittiğim için beyaz gecelere şahit oldum. Birde kışın gitmek ve kuzey ışıklarını görmek nasip olur inşallah. Norveç’in doğal güzelliği hakkında çok fazla fotoğraf ve film görmüş ve gidenlerin söylediklerine şahit olmuştum ama insanın kendi gözleriyle görmesi bambaşka bir şey. Çünkü bu güzelliği ne bir fotoğraf ne de bir film karesi tam anlamıyla hakkını vererek gösteremez. Kendi gözlerinizle görmeli ve o havayı teneffüs etmelisiniz.
Norveç’te tren ve otobüs yolculuğu kendi başına ayrı bir zevk yani hedefe ulaşana kadar gördükleriniz de ayrı bir güzellik.
Biz İsveç’in Gothenburg kentinden trene binip Oslo’ya varana kadar çok güzel yerler gördük. Oslo’da ise bizi bir sürpriz bekliyordu. Yıllar önce Türk Hava Yolları’nda çalışırken Miami’de tanıştığım ve yardımcı olduğum Oslo’da yaşayan Mustafa Bey yıllar sonra bize gezimizin en konforlu ve keyifli anlarını yaşattı. Bir şehri orada yaşayan insanla gezmek ve internette bulamayacağınız bilgileri ondan duymak gibisi yok. Bu konuda Mustafa Bey ve gün boyunca arabayla bizi her yere götüren arkadaşı Halil Bey, Türk misafirperverliğini çok güzel gösterdiler. Akşam Bergen’e giden trene bineceğimiz için çok kısıtlı zamanımızda gidip göremeyeceğimiz yerleri onların rehberliği sayesinde çok hızlı ve güzel bir şekilde gezdik.
İlk olarak Ekeberg tepesine çıktık. Orada arabadan inip Oslo’ya tepeden baktık. Oslo ve Norveç ile ilgili bilgiler aldık.
Oslo’nun ünlü Frognerseteren Restoran’ında geyik eti ve püre yedik. Biringeber adı verilen küçük kırmızı meyvelerin toplandığı ağaçlarda restoranın önündeki korulukta idi. Raharber markalı bringeber meyve suyundan da içtik. Sonra arabaya binip hemen yakındaki Oslo Kış Olimpiyatları’nın ve dünya kayak yarışmalarının yapıldığı ünlü kayak pistine gittik. Önünde fotoğraflar çekildik. Ullevaan Stadion ise Oslo’nun futbol stadyumu idi gezimiz sırasında onu da gördük. Sonra bize Mustafa Bey’in eşi Süheyla Hanım da katıldı. Hep beraber Frogner Park’a gittik. Burası Oslo’ya gelen herkesin görmesi gereken bir yer.

Ünlü heykeltıraş Gustav Vigeland’ın Çıplak kadın, çocuk ve erkek heykellerinin olduğu parkı gezdik. Nobel Barış Madalyası’nı tasarlayan Vigeland’ın en ünlü heykeli olan kızgın çocuk (sinnataggen) heykeli ile bende fotoğraf çektirdim. Parka ziyarete gelen insanların hepsi elini tutarak poz verdiği için elinin rengi zamanla değişmişti. Vigeland’ın yaptığı 212 adet granit ve bronz heykel dünyanın en büyük açık hava heykel müzesi olan 320 bin metrekarelik Frogner Park’ta sergileniyor. Bütün heykellerin yapımının yaklaşık 20 yıl sürdüğünü öğrenince çok etkilendik. Gustav Vigeland 121 adet çıplak insan heykelinden oluşan kocaman bir sütun da yapmıştı. Monolith denilen bu 17 metrelik sütünün altında oturup dinlenirken müzik eşliğinde tango yapanları seyrettik. Sonra arabaya döndük. Oslo’nun en eski yerleşim merkezlerinden birisi olan Majorstuen’den geçtik. Sofienberg’e gittik. Mustafa Bey’in kafesinde oturup çay içtik. Eskiden Norveç parlamentosunda milletvekili olan bir hanımla sohbet ettik. Sonra yine araba ile Sentrum’a gittik. Orada arabadan inip Steen & Strom mağazasında olduğu cadde boyunca yürüdük. Ünlü parlamento binası önünde resimler ve açık hava sergisi vardı. Uzun ve güzel bir yürüyüş yolundan Norveç Kraliyet Sarayı’na vardık. National theatret ( ulusal tiyatro) önünden geçip iki tarafı ağaçlı bir bulvarda yürüdük. Dev büyük fareleri sokaklarda görmek bizi çok şaşırttı. Meclis binası önünde protestocular vardı. Norveç parlamentosundan sonra resim yapan ressamların önünden geçip araba ile Oslo tren istasyonuna vardık. Trenin kalkacağı peronu bulup Bergen trenine bindik. Geceyi trende uyumaya çalışarak geçirdik.
Sabah uyandığımda göllerin ve dağların arasından geçtiğimizi gördüm. Gün doğumunun renkleri ile doğa daha da harika görünüyordu. Bergen’e sabah çok erken varmıştık. Burada otelde değil evde kalacağımız için eşyalarımızı depoya bıraktık. İnterrail biletimiz Flam hattında geçerli değildi. O nedenle yeni bilet aldık. Nostaljik trene binmek için Mrydal istasyonuna gitmemiz gerekiyordu. O parkurda interrail paslarımızı kullanabildik. Temmuz ayı olmasına rağmen hava bayağı serindi. Biz de kışlık montlarımızı giymiştik. Mrydal’dan bindiğimiz nostaljik tren Flam’a gidiyordu. Birçok kez dünyanın en güzel tren hattı seçilen Flamsbana 1923-1940 yılları arasında yapılmıştı. 20 tünelin bazıları insan eliyle oyulmuştu. Kjosfossen Şelalesi‘nde mola verdik. Trenden inip şelalenin arkasında çok güzel bir müzik ile dans eden kızı gördük. Doğanın güzelliği beni büyüledi gözlerimin yaşardığını hissettim. Yaklaşık 1 saat süren bu yolculuk boyunca, dik ve keskin yamaçlardan ve 20 tünelden geçtik. Yemyeşil tepeler, beyaz köpüklü şelaleler gördük. Flamsbana treni, Norveç’in en büyük fiyordu olan Sognefjord’un kollarından biri olan Aurlandsfjord’un yamaçlarında yer alan Flam kasabasına iniyor. Trende sol tarafda oturursanız manzaraları daha iyi görebilirsiniz. Flam’da tren müzesini gezdikten sonra Fiyort turunu web sitesinden 485 krona satın aldık. Tekneye bindiğimizde üst tarafta oturmayı ve Allah’ın Norveç’e hediye ettiği bu şahane manzarayı doya doya izlemeyi tercih ettik.


Yol boyunca martılar bize eşlik etti. Onları elimizle beslememizi diğer yolcuların taklit etmesi nedeniyle martı sayısı arttı ve görmeye değer bir görüntü oluştu. Yemyeşil dik yamaçlı tepeler, şelaleler, martılar kısacası görsel bir şölendi.

Tekrar aynı kanaldan tekne ile geri dönüp Flam’dan trene binmek yerine Gudvangen’de inip otobüsle dönmeyi tercih ettik. Hem daha çabuk hem de daha ekonomik olacaktı ama otobüs kasabanın içinden değil yukardan yoldan geçiyormuş. Tepeye yürüyüp otobüs durağında bayağı bir uzun süre bekledikten sonra yine şahane manzaralı bir yolculuk ile Voss’a vardık. Oradan trenle Bergen’e geçtik. Tren istasyonundan eşyalarımızı alıp kiraladığımız eve ulaştık. O yorgunlukla asansörsüz binanın en üst çatı katına çıkmak bayağı yorucu oldu.
Ertesi sabah erkenden uyanıp kahvaltıdan önce Bergen şehrinin boş sokaklarında dolaştık. Daracık sokakları renk renk ahşap evleri önlerindeki çiçekler ile masal şehri gibiydi. 1070 yılında kurulmaya başlamış 12. ve 13. yüzyılda Norveç’e başkent olmuş bu şehir; kültür ve eğitim alanında çok gelişmiş ve burada yer alan Bergen Üniversitesi’nden Nobel ödülü alan birçok bilim adamı var. Şehirde küçük turist otobüsleri vardı ama biz her yere yürüyerek gitmeyi tercih ettik. Çünkü gezilmeye değer yerler birbirine çok yakındı. Bergen’e giderseniz rahat bir ayakkabı giymenizi tavsiye ederim. İskandinavya’nın çoğu ülkesinde olduğu gibi bu şehrin sokakları da arnavut kaldırımı dediğimiz şekilde taşlarla döşenmiş. Buda yürümeyi zorlaştırıyor. Dışarıdan muhteşem görünen Bergen Katedrali’nin içini gezdik. Port of Bergen bölgesinde hediyelik eşya satıcıları, restoranlar, açık balık pazarları vardı. Orada tadını denediğimiz balina ve geyikten yapılan sucuklarda çok ilgimizi çekti.

Tabi bu bölgeye gelip de Bryggen evlerini görmeden olmaz. 14. yüzyılda yapılan 1702 deki büyük yangından sonra tekrar inşa edilen ve UNESCO tarafından koruma altına alınan bu renk renk ahşap güzel evler hediyelik eşya satıcıları ve restoranlara ev sahipliği yapıyor. Balık ve çiçek pazarından sonra limanda küçük bir tekneyle gezdik. Ben Füniküler ile Floyen (Floibanen) tepesine çıktım. 7 tepeden oluşan Bergen şehrine 320 metre yükseklikten baktım. Dönüşü ister füniküler ile ister yürüyerek yapabilirsiniz. Yaz mevsimi olduğu için güneşin batması gece gece 11’i buluyordu. İnsanlar seyir teraslarına ve tepedeki kafelere oturmuş hem panoramik manzaraya bakıyor hem de güneşin batmasını bekliyordu. Ertesi gün kaldığımız evden ayrılıp bu kez otobüs istasyonuna gittik çünkü Bergen ve Stavanger arasında tren yoktu. Tek seçenek otobüs vardı. Hayatımın en ilginç otobüs yolculuklarından birini yaptım. Sadece şahane manzaralar görmedik ayrıca iki kez feribota binerek birçok tünellerden geçerek bayağı uzun bir yolculuk gerçekleştirdik. Kystbusten denilen sahil otobüsü ile gitmek 4,5 saat sürdü. Ayrıca hayatımda bindiğim en pahalı otobüs diyebilirim. Toplam 79 Euro civarında tuttu. Stavanger’de yine sahile yakın bir evde kaldık. Bu seferki ev tamamıyla bize ait değildi oda oda kiralandığı için başka bir aile daha vardı. Market alışverişi yapıp kendi pişirdiğimiz yemeği ikinci kattaki mutfakta yedik. Odamız ise üçüncü kattaydı.

Ertesi sabah Stavanger sokaklarını dolaştık yine renk renk ahşap güzel evler ve çiçekler gördük. Şehir merkezindeki alışveriş caddeleri çok şirin dükkân ve restoranlara ev sahipliği yapıyordu. Çarşıda Döner isimli bir restoran bulup burada çalışan Türk gencinden şehirle ilgili bilgiler aldık. Şansımıza şehirde bir festival vardı. Akşam sahile kurulmuş büyük bir sahnede şarkı söyleyen grupları izledik. Şehir gece ışıklarıyla ayrı güzeldi. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra limana gidip orada kurulmuş kulübelerin birinden Fiyort turu satın aldık. 795 kron (79$) ödedik. Bu seferki Fjord cruise, Lysefjord ve Preikestolen’e gidiyordu. Yolculuk 3 saat sürdü. Yine şahane fiyortlar gördük. Hava çok serindi. Yaz günü mont giymiştik. Yine de yukarıda açık havada gitmeyi tercih ettik. Pulpit kayalıklarını aşağıdan gördük. Aslında bayağı zorlu bir trekking yaparak uçurumun tepesine çıkmak mümkündü ama okuduğumuz yorumların çoğunda “iyi bir ayakkabı giyin yoksa dönüşte ayakkabısız kalırsınız” yazdığını görünce aşağıdan bakmayı tercih ettik. “Görevimiz Tehlike” filminde Tom Cruise’un tırmanma ve kavga sahnelerinin çekildiği bu uçuruma Norveç dilinde Preikestolen diyorlar. 42 km uzunluğundaki Lysefjord’da ilerlemeye devam ettik. Vagabond Cave’de ( serseri mağarası ) durduk. Geminin rehberi polisten kaçan serserilerin burada saklandığı efsanesini anlattı. Whisky şelalelerine geldiğimizde şişme botlar ve can yelekleri ile gelen turistlerin bardaklarını doldurmaya çalışıp su içtiklerini gördük. 11-12 yaşlarında bir erkek çocuğu sürat motoru ile bizi takip edip çeşitli akrobasi gösterileri yaptı. Ayrıca dik yamaçlarda gezinen keçilerde bu görsel şölene renk kattı. Limana döndükten sonra Eiganes bölgesini gezip çiçeklerle süslenmiş güzel evler, dar sokaklar gördük. Gezi sırasında gittiğimiz en ilginç yer ise Eiganes Mezarlığı oldu. Zenginlerin oturduğu güzel bir semtteki parkın bir köşesinde olan mezarlıkta 2. Dünya Savaşı’nda şehit olan 25 asker mezarı vardı. Gece yine liman tarafında festival sanatçılarını dans ve müzik gösterilerini ücretsiz izledik. Ertesi gün Egersund’a trenle gidip bu şirin kasabayı gezdik. Yüzen bir lokantada deniz mahsullerinden oluşan nefis bir öğle yemeği ile ziyafet çektik.
Artık Stavanger’den ayrılma zamanımız gelmişti. Gece trene binerek Oslo’ya doğru yola çıktık. Konsberg’de bizi otobüse transfer ettiler. Çünkü tren yolunda bakım çalışmaları vardı. Neyse ki Halil Bey bizi Oslo tren istasyonundan almaya geldi. Önce Mustafa Bey’in kafe barına gittik bize kahvaltı hazırlamışlardı. Sonra yine arabayla Oslo şehir merkezine bıraktılar. Bu sefer dünyaca ünlü Norveçli ressam Edvard Munch’un 1200 tablosu ve diğer sanat eserlerinin sergilendiği müzesini gezdik. 1963’te kurulan müze bizim gezdiğimiz binaya 2021’de taşınmıştı. Ünlü Scream (çığlık) tablosunun orijinalini görmek için kalabalıkla beraber bekledik. Tablo Yavaş yavaş karanlıktan aydınlığa çıkıyor ve insanlar ellerinde cep telefonuyla bu anı kaydediyordu. Tablolar yarım saatte bir diğer versiyonu ile değişiyordu. Munch, 1893 ile 1910 yılları arasında Çığlık tablosunun iki yağlı boyalı ve iki pastel boyalı versiyonunu ve ayrıca bir dizi baskısını yapmıştı. Madonna, hasta çocuk ve ergenlik gibi diğer ünlü tabloları da oradaydı. Müzeden sonra Sentrum bölgesini gezip deniz kenarında gezinen turistlerin arasına karıştık. Burada yüzen saunalar gördük. Tekne tipinde olan bu saunalarla denize açılmak ve saunadan sonra denize girerek serinlemek mümkündü. Norveç opera ve bale gösterilerinin sergilendiği ünlü Oslo Opera Binası ise ilginç mimarisi ile dikkatimizi çekti.
Sonra Salt’a gittik. Burası Saunaları, restoranları, kafeleri, her gün çeşitli kültürel aktivitelerin ve konserlerin olduğu mekânları ile hem Norveçliler hem de turistleri kendisine çeken bir yer. Artık Norveç’ten ayrılmak zamanı gelmişti. Akşam tren istasyonuna gidip Stokholm’e giden İsveç trenine bindik. Norveç’ten güzel anılarla ayrıldık…
Norveç’in ekonomisi denizcilik, balıkçılık ve petrol üretimi sayesinde çok güçlüdür. Ayrıca teknolojide de ileri gitmişler. Yüksek hayat kalitesi, ücretsiz eğitim, geniş sağlık hizmetleri, doğal güzelliği ve doğa sporlarının yapılabilmesi nedeniyle Norveç görmeye ve yaşamaya değer. Pahalı bir ülke olmasına rağmen halkın alım gücü yüksek. Eğitim seviyesinin çok iyi olduğu ülkede doğal olarak da suç oranı düşük. Zengin Viking tarihi, müzeleri, müzik konserleri ve festivalleri de buraya turist akımı olmasını sağlıyor. Ülkenin yönetim şekli Anayasal Monarşidir. Parlamento ve Başbakan ile yönetiliyor. 1991 yılından beri Norveç Kralı olan Harald V ise halktan biri olan Sonja Haraldsen ile evli. 5.5 milyon kişinin yaşadığı Norveç 931000 göçmene ev sahipliği yapıyor. İltica ile gelenlere maddi yardım yapılıyor. Yapılan çalışmalarda birçok kez en demokratik ülke seçilen, Norveç uzun süredir bağımsız bir seçim kurulu tarafından yönetilen adil ve rekabetçi seçimlere sahip. Kayıtsız şartsız fikir Birliği’nin oluşturulması ya da bir görüşün dayatılması yerine fikirlerin tartışıldığı Norveç’te en iyisinin tek değil çok kişi olmaktan geçtiğini, tartışmanın kavga anlamına gelmediğini ve kavgaya dönüştürülmediğini görmek mümkün. Norveç’te başa geçenler başa geçmeyenlerin haklarını gözettiği sürece iktidarda kalabiliyor.
2024 yılında basın özgürlüğünde birinci seçilen Norveç tam anlamıyla demokrasinin beşiği bir ülke…
“Norveç mi burası? ”diye Türkçe ’ye de geçmiş demokratik haklardan bahsederken kullandığımız bir cümle bile vardır.
Birçok araştırmada dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı ülke seçilen, huzur ve refah seviyesinin yüksek olduğu, gece yarısı güneşi ve kuzey ışıkları ile ünlü Norveç, görülmeye değer ülkeler arasında ilk sıralardadır.
Norveç’i gezilecek yerler listenize eklemenizi tavsiye ederim.
Gezgin arkadaşınız Canan…
Canan Sezgin
Instagram: @cansez2013