Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen şeyler; gün gelir son bulur.
Çocukken sana uzun ve sıkıcı gelen zaman,
Büyüdüğünde nasıl geçti anlamadım olur.
Çocuk gözünle büyüttüğün binalar küçülür,
Kaybolacağını düşündüğün sokakların hepsi ezberin olur,
Kaybolmak istersin kaybolamazsın.
Çocuk aklınla kahramanlaştırdığın,
Yenilmez gibi gördüğün nice insanların,
Bir gün gelip yenildiği bir dünyaya evrildiğini fark edersin.
Ulaşılmaz gibi gördüklerin ise gün gelir yoldaşın olur.
En yakınlarını hiç kaybetmeyecekmiş gibi umarsızlıkların olur.
Oysa bir zamanlar özlemeye bile fırsatın yoktur.
Ertelersin zamanı, özlemleri, kucaklaşmaları…
Sonra bir bakarsın,
Yalnızsın.
Artık rüya ile gerçek,
Bir daha bildiğin gibi olamayacak,
Ve bir daha ayıramayacağın şekilde birbirine karışır.
Gece yatıp, sabah hangi hayata uyanacaksınız?
Bileni tanımadım daha…
Oysa aklımda olan başkaydı bu yola çıktığımda.
Şimdi bilmediğim yollardan yürüyor, bilmediğim sapaklara sapıyorum.
Öncekiler çok denendi diye konuşan bir iç sesle beraberim.
Yeni deneyimler beni başka fırsatlara hazırlıyor.
Öncesinde sayısız pişmanlık ve milyonlarca darbeyle,
Koca bir yalnızlık büyümüştüm içimde.
Şimdi ise her şeyi senin için tasarladım,
Ve bana minnettar olacağın zaman dilimi yaklaşıyor,
Diyor özünüz.
Evet…
Eve dönüş zamanı geliyor.
…
Sevgili okurlar, hepimiz doğarken deli doğuyormuşuz. Yaşarken bize dayatılan, öğretilenlerle bu deliliğimizi kaybediyormuşuz. Kurallar, doğrular, yanlışlar, din, toplum baskıları ve daha niceleri…
Bazen yaşadıklarımızı hazmetmek zorunda bırakılıyoruz. Deliliği unuttuğumuz için sıkıntısını yük olarak taşıyoruz.
Yaşadığımız düzende, dinin yaptırımları insan hayatını belli bir düzene oturturken, bu yaptırımların ihlali ise insanın faydası için sunduğu düzenin bozulmasına sebep olmakta ve en nihayetinde insan işlediği günahlar sebebiyle kendini suçlu hissetmekte veya toplumda günahkâr olarak yaftalanmaktadır. İşte bu sebeple de insan günahlarının telafisi arayışına girer.
Her insan bir şekilde suçlar kendini gereksizce çünkü suçluluk duygusu çocukluğumuza ait bir duygudur ve “kefaret” ister. Yetişkin halimiz için ise “pişmanlık” vardır, hayat dersi olup olgunlaştıran ve varsa telafisini yaptırıp ileriye taşıyan…
Suçluluk duygusu, kişinin çocukluk haliyle; kendini kınayan, suçlayan, eleştiren bir iç ses olarak hissedilir ve zamanla kişi kendisini değersizleştirir ve “kefaret” ödemeye zorlar.
Sadece ilahi kökenli dinlerde de değil, tanrı inancı olmayan dinlerde bile günahlardan arınmak ihtiyacı hissedilmiştir. Bunun karşılığı kefaret olarak karşımıza çıkar. Günahlara yüklenen anlamlar hepsinde farklılıklar gösterir.
Barok dönemde ‘Işık’ ve ‘Gölge’ kullanımıyla çığır açmış önemli ressam Caravaggio birer film karesini andıran resimlerinde yaşadıklarını düşününce; adaleti mi resmetmiştir, cinayeti mi, ölümü mü, kefareti mi, sorgusu hep meşgul eder, edecektir.
Kefaret, kurtuluş, bağışlamanın ardından yeni bir başlangıç gibi algılanır.
Şimdi neden ‘’ Kefaret ‘’ den bahsettiğimi sorguluyor olabilirsiniz… Oysaki zamanı geldiğinde hepimiz bu duygulardan geçtik… Bunlarla boğuşan biri olarak çıktığım bu yolda bir şeyler ortaya koymanın, içimdekileri dökmenin zamanı gelmişti.
Bu ay ArtTmodernmiami için farklı bir içerikle karşınızdayım. Kendi tasarımlarım, ürünlerim, üretim amacım ve nereye evrildiğimle ilgili…
Yıllarını mesleğine vermiş ustaların, özenli ve titiz el işçiliği ile üretilmiş el yapımı ürünlerini hepimiz çok severiz. Çünkü geleneksel el sanatları ustaları tarafından yeni nesillere aktarılıyorken; el yapımı ürünler bu kültürel değerleri koruyarak geleceğe taşınmasına, yaşatılmasına katkı sağlar.
Bugüne kadarki süreçte, ‘Kamil Çakır Studio’ olarak tasarımlarımın üretiminde; sanatın ve zanaatın içinde olduğu disiplinler arası bir yolculuğu tercih ettim.
Ortaya çıkan her ürünün, ayrı ayrı sizin için ve sınırlı sayıda üretilmiş olduğunu hissetmeniz benim için tarifsiz mutluluk oldu. Bu nedenledir ki iki yılı bulan uzun bir süreçten sonra, kendimi ancak şimdi hazır hissediyor ve tek tek uğraşıyı şiar edindiğim tasarımlarımla karşınıza çıkıyorum.
Kendi kişisel yolculuğumun bir nevi aynası olabilecek, duygusunu vermek istediklerimi; üretim, renk, teknik ve süreçle de harmanladığım ‘’ Kefaret ‘’ ile sizi tanıştırmak istiyorum.
Bu da benim kefaretimi ödeme şeklim. Hayatla, insanlarla iletişim kurma şeklim. İşe yaradı mı derseniz, evet bende yaradı.
Bir taraftan benzersiz ve farklı malzemeler, teknikler kullanmaya çalışırken, bir taraftan da üretime yansıyan sıkıntılı süreçleri kendi içimde hallettiğim, daha bağımsız kalabileceğim bir yol haritası çizdim, sevgili okurlar.
Odak noktam her zamanki gibi insan oldu. Sürdürülebilir, zehirsiz, meraklılarının koleksiyonlarına ekleyebileceği ve devamı olmayan yaşam alanı ürünleri ile ses yükseltmek istedim.
Doğanın etkisi mi bilmem ahşap oldum olası en sevdiğim malzemedir. İnsan gibidir; serttir, yumuşaktır, canlıdır, sürprizlidir, çok katmanlıdır, şekillenebilir. Yaşam alanlarımızın olmazsa olmazıdır.
Ağaca uyguladığım hasar bırakan darbelerden, kademeli oymalardan, bariz kusurlardan, düzensizlik içinde yarattığım motiflerden yaşamış olduğum tüm acıları, pişmanlıkları, sevinçleri, hüzünleri, ölümleri, aşkları ve günahları görebilirsiniz.
Kefaret adını verdiğim tasarımlarımda dokunarak hissedilebileceğiniz hem görsel, hem duyusal yanı kuvvetli dramatik etkisi olan ürünler yaratmaya çalıştım.
Sert ve dayanıklı endüstriyel bir malzeme olan demiri tasarımlarımın ana gövdesini taşıyan iskelette kullanarak, hayata karşı dik duruşa ve dengeye gönderme yaptım. Bu tasarımlarımın ana fikrine çok uyuyordu.
Biliyoruz ki insan yaşamı ve konforu ile uyumlu tasarımlarda kumaş çok önemlidir. O nedenledir ki çalıştığım kumaş firmasına defalarca gittim. Sağ olsunlar beni çok iyi ağırladılar. Olabilir diye kenara ayırdığım kumaşlardan eleye eleye en sonunda; düzensiz, iri fakat iyi dokunmuş bir yüzeye sahip yüzde yüz saf keten ve pamuğun birleşimi beyaz bir kumaş aklımı başımdan aldı.
Beyaz döşemelik kumaşın hissiyatının, tasarımlarımda kefaret sonrası temiz, saf bir yeni başlangıcın tezahürü olacağını düşündüm.
Aksesuarlar işin olmazsa olmazıydı. Hayatın tuzu biberi gibi… Sıkıcı olmayan ve biraz oyuncaklı detaylarla kullanıcıları eğlendirmeyi seçtim. Hepsi elde bir araya getirildi, işlendi, boyandı, dikildi. Küçük bir grupla ama daha çok kendi elimin değdiği iki yıllık süreç nihayet tamamlandı.
Bu uzun süren ağrıların eşlik ettiği, uykusuz geçen gecelerin bol bol yaşandığı, hiç bitmeyecek sandığım bir süreçti.
Pürüzsüz, mükemmel, kusursuz tasarımlarla değil, hayatın kendisi gibi hasarlı, inişli – çıkışlı, dört dörtlükten uzak samimi el yapımı ürünlerimi umarım beğenirsiniz.
Sanata ve zanaata saygıyla,
Ha… Bu arada az kalsın sormayı unutuyordum:
Siz kefaret ödediniz mi? Sizin kefareti anlamlandırma ve ödeme şekliniz nasıl oldu?
Kamil Çakır
Merhaba 🙂
Yine çok samimi, içten ayrıntılarda sadelikten uzaklaşılmamış, derinlikli ve çooook keyifli bir yazı olmuş.
‘Kefaret’ işlerini bir sergiyle insanlarla buluşturabilseydik keşke…