Saturday, October 5, 2024

info@arttmodernmiami.com

Sardunya’da yaşam kararları;

-

|

Eğer benim okuyucumsanız, son bir senedir bitmeyen kaotik hayatım hakkında hemen hemen güncel bilgilere sahip olmuşsunuzdur. Henüz benim okuyucularımdan değilseniz eski makalelerime dönüp arayı kapatsanız iyi olur, çünkü hikâyenin nerede başladığını bilmiyorsanız bundan sonra ne olacağını takip etmeniz biraz zor olacak. İnanın bundan sonrası için yaşanmayı ve yazılmayı bekleyen bir macera var… Kısa bir özet yapmak gerekirse Aralık 2022’den bu yana su baskını ve buna bağlı bitmek bilmeyen bir kâbus gibi sorunlarla uğraşıyoruz, merak ediyorsanız geriye gidin ve okumaya başlayın.

Zaman geçtikçe (9 ay dile kolay) ve inşaat hiç bitmemeye karar verince… “Merve Bayındır” markasının kurulduğu yıldan bu yana ilk kez annemle birlikte 15 gün tatil yapmaya karar verdik.

Evet, işkolik olduğumuzu biliyorum ama biz bunu sanırım seviyoruz. Biz de bu tatili kardeşim ve iki yeğenim (4 ve 5) ile yapmaya karar verdik. Bu da yetmezmiş gibi bir de otelde kalmama kararı aldık.

Evet, ne düşündüğünüzü biliyorum, en azından benim gibi azıcık lüks sevenler, yani yattığı yerde birisi Mojito getirirken kumsalda uzanmayı sevenler, tercihen çocuk gürültüsü olmadan. Hemen delirmeyin şimdi çocuk sesi dedim diye. Çocukları çok seviyorum hatta onlarla vakit geçirmeyi o kadar seviyorum ki bir anaokuluyla (gönüllü olarak) işbirliği yapıyorum, sadece bu da değil sanırım her komşumun çocuğu beni seviyor çünkü onlarla konuşuyorum ve şakalaşıyorum. Daha da önemlisi onlara ve dürüstlüklerine saygı duyuyorum. Ancak bana göre 12 yılı aşkın bir süre de ilk gerçek tatilimiz huzuru hak ediyor… Anlaşılmaz sebeplerden dolayı karavancı olmaya karar veren ve bu konuda çok heyecanlı kardeşim, bu kez bizi kamp alanlarında tatil yapmaya davet ediyor (fakat ısrar etmiyor). Adanın farklı yerlerinde kalabilme imkânı, ek olarak karavana bir de tabi fiyatları daha uygundu vs. vs. gibi sebeplerle bizde bu tuzağa düşüyoruz. Tabi bunda Sardunya adasını çok görmeyi istememizde büyük etken oldu.

Sonuç olarak, bu maceraya onay verdik. Hayır, efendim hayır, karavanda kalmadık. Sardunya’daki çoğu kamp alanında bungalovlar veya konteyner evleri var, burada çoğunlukla İtalyanlar, bazı Almanlar ve Fransızlar kalıyor, çünkü bu sitelere araba olmadan gitmenin hiçbir yolu yok, bu bir şaka değil. İtiraf etmeliyim ki, bu tatil konusunda kardeşim bizden daha çok korkmuştu. Biraz lüksten hoşlandığımızı biliyor ama bilmediği konu, yeni şeyler deneyimlemeyi de seviyoruz. Ayrıca İtalya da görmediğim tek tük noktalardan birisi burası, sonuçta seneler içinde artık ikinci evim haline geldi veya üçüncü veya dördüncü evim gibi, o kadar çok taşındım ki…

Neyse, son dakika yapılan yer aramalarının ardından hem konteyner ev hem de kamp alanı bulunan iki uygun yer bulduk. Biri adanın güney doğu tarafında, diğeri ise güneyinde Calgari’ye (Sardunya’nın ana şehri) yakındı. Planın ilk kısmı Milano’ya uçmamız, kardeşimin bizi alması ve ertesi gün hep birlikte Sardunya’ya uçmamızdı. Sanırım tatilin planlandığı gibi giden tek kısmı bu oldu.

Ben, biraz planlama ve birazda kontrol manyağı olabilirim. Sırada ne olacağını bilmem gerekiyor ve hayattaki sürprizler için yeterli donanıma sahip değilim, açıkçası bu yıl tamamen hayat üzerinde sıfır kontrolle nasıl başa çıkılacağımı öğrenmemle ilgiliydi. Yani benim için işlerin sorunsuz ilerlemesi, doğru planlama dolayısı ile kolay ilerlemesi çok önemli. Her şeyin kontrol edilemeyeceğini ve bir sürü aksilik olacağını kabul ediyorum ama hazırlıklı olmak en iyisi değil mi? Tabii ne olursa olsun hiç hazırlanamadığın şeylerde oluyormuş.

Neyse, şu kafamın içinden çıkıp Sardunya’ya geri dönelim. Böylece iki uslu yeğenimle birlikte Milano’dan Calgary’ye uçtuk, yani en azından uçakta, çünkü geri kalan sürecin içinde, yerinde asla duramadıklarını ve hakkında daha fazla şey duyacağımız, avengers ve transformers takıntılı yeğenlerim olduğunu söylemeliyim. Bunlar hikâyelerin bir sonraki kısmı. Ancak şunu söyleyebilirim ki, Allah tüm ebeveynlerimizi korusun, çünkü bizi tabletsiz nasıl yetiştirdiler bilmiyorum.

Sonuçta uçaktan iniyoruz ve bizi kardeşimin karavanının olduğu otoparka götürmek için bekleyen bir minibüs var. Güncellenmiş ekipmanlara sahip, 70’li veya 80’li yılların karavanlarından biri ile karşı karşıyayız. Ön koltuğun üstünde bir adet çift kişilik yatak, arka tarafta iki adet tek kişilik yatak var. Dört kişilik bir yemek alanı ve küçük bir banyo ve milyonlarca dolap bulunuyor. İlk defa bir karavana bindiğimi söylememe gerek var mı? Sonuç net bir şekilde asla bana göre olduğunu düşünmüyorum, ancak bazı insanların bundan neden hoşlandığını anlayabiliyorum.

Karavana biniyoruz ve ilk iş olarak yiyecek ve ekstra ekipman alışverişine çıkıyoruz. Etrafta koşuşturan iki çılgın çocukla hiç pürüzsüz değildi ama Baci’yi (sonunda küçük yeğenimle paylaşmak zorunda kaldığım en sevdiğim çikolata) almak baya keyifli (evet her yerde satıldığını bende biliyorum, ama nasıl rakı asla Türkiye’deki kadar lezzetli değilse Baci’de hiçbir yerde İtalya’da olduğu kadar lezzetli değil). Hazırlıklar tamamlanınca buradan ilk kamp alanına doğru yola çıkıyoruz.

Güya burası, Calgary kamp alanına yakın bir yerdi… Oraya varmamız neredeyse 6 saat gibi bir zaman aldı. Bir karavanın arkasında oturmak ne kadar zormuş, bu kadar sallantı her şeye zarar diyorum o kadar, özellikle de o bitmeye dağ yollarının o kadar kıvrımlı olduğu gerçeği de eklenince yanlamasına giden bir salıncaktasınız. Bütün bunlara rağmen ıssız Akdeniz dağlarının manzarası ve Londra’daki soğuk yaz mevsiminin ardından gelen sıcaklık, sanki evinizdeymişsiniz gibi hissettiriyor. Tüm bu güzelliklerin yanında bir de Flamingolar… Evet, Sardunya’nın Flamingolarının da evi olduğunu böylece öğrendim. Yeğenlerimin uyumamam için ellerinden gelenin en iyisini yapmalarına rağmen uyuyakaldım, aslında iyide oldu uykumun arasında annem ve kardeşimin, karanlıkta sürüş deneyimsizliği nedeniyle tüm araba ve kampçılar zincirini bloke eden ve önümüzde duran bu sürücü ile ilgili söylenmelerini atlama şansım oldu, ah bu kıvrımlı dağ yolları…

Kampçılar diyarına geliyorsunuz, girişinizi yapıyorsunuz ve bir golf arabası karavanı sizi kendi bölgesine götürüyor, sıra sıra ağaçlar var ve aralarında karavanlar ve çadırlar için alanlar var, küçük bir şehir gibi düzenlenmiş. Daha sonra aynı golf arabası sizi yaklaşık 150-200 metre uzaklıktaki kalacağımız eve götürüyor. Bazılarının karavanları, bazılarının küçük çadırları var, bazılarında da açıklanamaz şekilde geniş çadır ve karavan karışımı, bahçe ışıkları da dâhil, bir tatil evinde sahip olduğunuz her şeylerin olduğu alanları var. Çok çok çok temiz duş odalarının yanı sıra aynı temizlikte tuvaletler var. Barbekü alanı, iyi yemek yapmayan küçük bir restoran ve mix içecek servisi yapamayan bir bar var, ama kısaca iki yapamıyorlar çünkü bilmiyorlar. Ama zaten hiçbirine gerçekten ihtiyacınız yok.

Evimizde iki yatak odası, bir banyo, bir yemek ve mutfak alanı ve ön veranda bulunmaktadır. Bütün evler birbirini görebiliyor ama yine de mahremiyetleri var. Aslında bu küçük evden oldukça etkilendim çünkü sanırım beklentilerim gerçekten yerlerde sürünüyordu. Bu uzun yolculuk sonunda yerleşiyoruz ve herkes yatağına gidiyor. Ertesi sabah, kaotik bir anın ardından kahvaltıların bizim yerimizde yapılacağını anlıyoruz, tabi sonunda akşam yemeklerinin de… Güzel bir yaz kahvaltısı, sıcaklığın biraz azalmasını bekleme ve işte işin en güzel kısmı geliyor, kendi halinde insanların olduğu çok ilkel bir kumsal. İnsanların kendi şemsiyeleri ve eğlence malzemeleri ve muhteşem bir deniz var. Su sıcak, cam kadar berrak, pek çok çocuk var ama çığlık yok, etkileyici ve huzurlu. Çok sakin bir deniz, yine belirtiyim sıcak bir deniz. Yani üzgünüm ama gerçekten soğuk suda yapamıyorum ve ayrıca şunu de eklemek istiyorum okyanus deniz değil ve asla yüzmek için olduğunu düşünmüyorum. Okyanusu gerçekten sevmediğimi de bir kere daha anladım…

Neyse ikinci gün deniz o kadar da düz değildi ama biz İstanbulluyuz ve Şile diye bir yer var ve dalgalarla nasıl başa çıkacağımızı, dalgaların sadece üstesinden gelmekle kalmayıp tadını çıkarmayı da biliyoruz. Sade büyük dalgalar, miniklerin kendi başlarına suya girmelerine izin verilemeyeceği anlamına geldi, bu da benim de onlarla birlikte dalgalarla boğuşmam gerektiği anlamına geliyordu ve tabi babaannenin de. Görünüşe göre kendilerini güvende hissettiklerinde ve birisinin elini tutacağını bildiklerinde, dalgalar tarafından bir taraftan diğerine savrulmaktan da gerçekten keyif alıyorlar. Biz ise tabi ki çarpılmışa döndük.

İlk hafta boyunca kardeşim çoğunlukla çalışıyordu ve yeğenlerimle bol bol kendimize özel zaman geçirme fırsatı bulduk. Geceleri ışık kirliliği olmadığından gökyüzünde milyonlarca yıldız görebiliyorsunuz. Geceler ufak tefek kahkahalar ve müzik haricinde sessizlik içinde. Birkaç gün içinde tüm kampçılar birbirine aşina oluşundan ötürü son derece güvenli. Gizliliğimi sevdiğim için buradaki aşina kısmının altını çizmek istiyorum. Tatilde yeni insanlarla tanışmayı ve arkadaşlıklar kurmayı gerçekten sevmiyorum. Alınmayın.

Yeğenlerimle tekrarlanan şekilde güreş, onlar için biraz Türkçe, benim için de biraz İtalyanca antrenmanı, geçen hafta dükkânımdaki ev sahibimden ve avukatımızdan gelen birer telefonla kapandı. Hiç bitmeyen inşaatın nedeni, kimsenin bazı şeylere ve fiyatlara karar verememesi ve binanın yapısı olduğu için benim hiçbir şey yapamamamdı dolayısı ile bana beklemek düşüyordu. 9 ay hiçbir şey yapmayan ev sahibim tam ben tatildeyken yep yeni bir ekip tutmaya karar verdi. Düşünün ki su vanalarının nerede olduğunu dahi bilmiyor… Diğeri ise sigortanın inşaatın sorumluluğunu kabul etmediği ve bunun için ev sahibini suçladığını bize bildiren avukatımızdı… Aylardır işleri erteleyerek yetişmeye çalışıp, her hafta hayatta kalmanın yeni yollarını bulurken aldığım haberlerle ruhum paramparça oldu.

Güzel bir kumsalda, uçsuz bucaksız denize bakarken elimde telefon ve ağlıyorum… Büyük yeğenim gelip anneme ne olduğunu soruyor, belli ki anlayamıyor ama üzgün olduğumu biliyor, o yüzden bu çocuk güreşmekten başka sevgi dili olmadığını sandığım bu çocuk ve hatta bilerek beni delirtmeyi seven çocuk, gelip bana sarılıyor ve bana yaslanarak bana destek olmaya çalışıyor. Bambaşka bir duyguymuş halalık dedirtiyor.

6 gün sonra ilk kamp alanımızdan toparlanıyoruz ve ayrılıyoruz, evlerin sabah 10’da, kampçıların ise öğlen 12’ye kadar vakti var çıkmak için. Kardeşimin karavanına taşınıyoruz oradan da yola. Çoğu İtalyan çocuk gibi yeğenlerim de sabahları kurabiye tarzı şeyler yemeyi tercih ediyor. İnanın bir Türk kızı olarak bu bana hiç mantıklı gelmiyor ama… Kardeşim toplantılarını bitiriyor, eşyalarımızı toplayıp yakınlardaki köye kahve içmeye gidiyoruz.

İşte maceranın asıl başladığı yer burası, mesela burada çocuklarla bir haftalık tatilin yeterli olduğunu anlamaya başlıyorsunuz. Özellikle depresyon haftanızın içindeyseniz… Çoğunlukla ağladığım ve aynı zamanda ev sahibimden gelen trilyonlarca yapısal soruyla uğraştığım için üzgün, yorgun ve sinirliyim. Kahve içtiğimiz yerde yeğenlerim, meyve suyu var ve dondurma istiyorlar! Kardeşim evet diyor. Kahretsin den başka söyleyeceğim bir şey yok. Bir sonraki kamp alanına doğru yola çıkıyoruz. Yolda büyük yeğenim midesinin iyi olmadığını söylüyor. Kıvrımlı otoyolda bir hamle yapıyorum, çok geç… Şimdi bu o kadar da kötü değil, çoğunlukla dondurma ve ben bu tür şeylerde iyiyim, kafamda konuyu engelleyebilirim ve yapılması gerekeni yapabilirim. Ancak annem kokuya dayanamıyor, öğürmeye başlıyor. Kardeşim de onun hemen ardından öğürmeye başlıyor, tüm bu olup bitenler sırasında işin ortasında olan ben öğürtü seslerinden ötürü öğürmeye başlıyorum. Şimdi üç yetişkin öğürüyor, yeğenim hâlâ hasta ve küçük olan da dikkat çekmek için neler yapabileceğine karar vermeye çalışıyor. Sonunda otobandan çıktık ve duracak bir yer bulmayı başardık ama şunu söylemeliyim ki, YOL SEYAHATİNDEN ÖNCE ÇOCUKLARINIZIN DONDURMA YEMESİNE İZİN VERMEYİN. Hiç eğlenceli değil…

Calgary yakınında alışveriş için mola verdikten sonra yeni kamp alanına doğru yeniden yola çıkıyoruz. Buranın karavan alanı çok iyi değil ama bizim için gerçekten güzel bir evi vardı. Yine iki yatak odası, bir ön teras, yemek ve mutfak alanı, bu sefer iki banyo, gerçekten modern ve temiz… Geç fark edilen konu, bunun yeğenlerimin de eve taşınmaya karar vermesi anlamına geldiği oldu, böylece ayrı uyku düzenleri olarak başlayan tatil, 5 kişinin tek bir yerde kalmasıyla sonuçlandı. Şimdi bu 5 kişi aynı yaşta ve sürekli sarhoş olsa iyi olabilirdi ama 2 tanesi deniz görmekten sıkılan çocuklar ve onların bütün eğlencesi güreşmekten ve depresyondan dolayı çok fazla fiziki ve ruhsal morlukları olan bir hala olunca. Birde ayni hala kafasında bin sorun ile barış yapmaya çalışınca çok kolay olmadı diyelim.

İlk geceydi, büyük yeğenim karavana gitmek yerine benimle yatmak istedi ki bu da ona göre değil çünkü babalarına takıntılılar. Şaşırtıcı bir şekilde benimle uyudu, o iyi uyudu da, ben uyuyamadım,  ama aynı zamanda yataktan çıkamıyorum ve sürekli onun yataktan düşeceği ya da uyanıp babası için ağlayacağından korkuyordum. İş kaygımın yanı sıra gece yarısı bir de çocuk kaygısı yasamak…

Sabah saat 5 civarında, güneş doğarken odadan ayrılabilecek kadar rahat hissettim. İşte o zaman sihir gerçekleşti;

Üzerinde sadece 3 kişinin olduğu büyük bir koy, ucunda gölge seklinde görünen bir kale, uçsuz bucaksız kıpırdamayan bir deniz, ayağınızı kucaklayan yumuşacık ılık kumlar ve suyun içindeki pürüzsüz taşlar. Güneşin doğuşuyla var olan huzurlu bir serinlik. Ayak parmaklarımın arasında kumları hissederek denize doğru yürüyorum, berrak deniz suyu dalgalarla ayağımdaki kumları okşuyor ve ben denizi izliyorum.

Hayatımda hiç boş bir denize girmedim, dayanamayıp kendimi denize atıyorum. Ağlarken yüzmek pek de iyi bir kombinasyon değil ama bu yüzmenin sonunda bir rahatlama hissettiğim bir gerçek. Sırada ne var bilmiyorum ama Londra yok onu biliyorum.

Her şeyden ve o kadar çok başarıdan sonra o kadar kırılmışım ki, kendimi ve yaptığım her şeyi büyük bir başarısızlıkmış gibi hissediyorum, nasıl kalkıp yeniden başlayacağımı bilmiyorum. Artık nasıl toplanacağımı bile bilmiyorum. Yorgun hissediyorum.

Sonraki birkaç gün uzun kumsalda yürüyüşler yapıp kendime biraz zaman ayırdım, 80’ler den şarkılar dinledim ve deniz camları topladım. Beni sürekli meşgul eden ve depresyonun en derin noktasına düşmeme izin vermeyen iki yeğenimin olması çok iyi oldu. Her şeyin bir çiçekle başladığı güzel bir gece aydınlanma anım oldu. Büyük yeğenim bildiği bir çiçeği saçıma takmamı istedi, diğeri ise çıkaramayacağım konusunda ısrar etti. Bulutların arasında kendini gösteren muhteşem bir dolunay vardı ve ardından yağmur. Buna aralıksız eşlik eden birkaç mikser ve paylaşılan bir şişe şarabın üstüne bir de sadece bana bir şişe şarapla ilerleyen gece. Gecenin sonunda gelen yağmurun altında içip ağlamak…

İşte o arada bir yerde her şey biraz daha netleşti, ben yaptığım iste kazandım ama hayat beni yendi… Kardeşimin nadide bir mücevher olan cesaret verici sözleriyle İtalya’ya taşınmamıza ve Milano’da yeniden başlamamıza karar verildi. Bir bakıma güzeldi, bir aydınlanmaydı ya da değildi ama ben en azından karar verdim. Bunu akıl sağlığım için yapıyorum. Yeğenlerimin çılgınlığından ve Akdeniz havasından keyif aldığımı fark ettim Yumuşak kumu ve ılık suyu, daha da önemlisi güzel meyveleri sevdiğimi hatırladım.

Son gün kamp tarafında merkeze, Calgary’ye gidiyoruz, güzel bir merkezi var, 100’den fazla merdivenle tırmanılan eski bir yapı, tam ortada kurulu ve tepeden tüm adayı görebiliyorsunuz. Gerçekte ne kadar küçük olduğunuzu bir kere daha anlıyorsunuz. Ve biraz alçakgönüllü olup bu koca dünyanın içindeki yalnızlığınızın ortasında, yanınızda olanlar var olduğu için ne kadar şanslı olduğunuzu hissediyorsunuz. Şehir tepeler üzerine kurulmuş olduğundan bir aşağı bir yukarı yokuşlar yürüyerek geziyorsunuz. Eski ve yeni yapıların karışımından oluşuyor ve merkeze yakın park yeri yok. Küçük mağazalardan Chanel gibi büyük markalara kadar her şeyi bulabileceğiniz bir ada şehri. Hayatımın en iyi glütensiz pizzasını yediğimi de eklemeliyim, daha yumuşak olan güney tarzı İtalyan pizzası, ilk defa beyaz soslu pizza yedim, ben domatesi terci ederim ama çok lezzetliydi ve afiyetle yedim. Tekrar yemek yemeyi sabırsızlıkla bekliyorum.

Söyleyeceğim tek şey, Sardunya’nın görülmesi gereken bir yer olduğu. Kalabileceğiniz iyi oteller var ve sizi havaalanından alıyorlar. Ama ben gene de tatilinizi yüksek ağaçların, uzun kumsalların, uçsuz bucaksız denizin ve gözünüzün alabildiğine yıldızların altında bir kamp alanında yapmaya cesaret etmenizi tavsiye edeceğim.

Belki, belki kendinde başka bir sen bulacaksın, ya da kendin hakkında yeni bir şeyler öğreneceksin, ya da belki hayatta ne kadar cesarete sahip olabileceğini göreceksin.

Her zamanki gibi okuduğunuz için teşekkür ederim.

Kendine iyi davran.

Seni seviyorum.

Xoxo

Merve Bayındır

Kamp alanları hakkında bilgi:

İlk Kamp Alanı:

Campeggio Villaggio Sos Flores

İkinci Kamp Alanı:

Flumendosa Village

https://www.campingflumendosa.com

Ekstra aktiviteler (kamp alanlarına dâhil değildir):

At sırtına binmek

Macera parkı

Doğa yürüyüşü

Elektrikli Bisiklet

Rüzgâr Sörfü

Canon

Share this article

Recent posts

spot_img

Popular categories

spot_img

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here