Geçen yazımın neşeli havasından ötürü benden gene eğlenceli bir yazı bekliyor olabilirsiniz… Ne yazık ki çok yanlış bir beklenti. Öyle bir neşe seviyesini yapmama imkân yok. Denedim, gerçekten denedim. Bütün gece boyunca 23 farklı baslığın altında size eğlenceli hikayelerimden birini yazmayı denedim. Öğrendiğim şu oldu modum bu noktadayken eğlenceli bir anlatımın olma şansı yok.
Birçok kişinin düşüncesinin aksine, Londra’da yasayan bir moda tasarımcısı olmak otomatik olarak keyifli anlar, içkiler, partiler ve fotoğraflara denk gelmiyor. İşin aslı bu hayat daha çok bir stres bombardımanına denk geliyor. Bu bombardımanı ya çok seversiniz ya nefret edersiniz… Ne yazık ki ben seçilmiş bu stresimi çok seviyorum ve su anda seçilmiş stresimin istemediğim bir stres ile takas edilmiş olmasına isyandayım.
Geçen yazımda şöyle bir bahsetmiştim, dükkânımın atölye katını su bastı diye. Üst katı showroom olan, alt katında büyük bir çalışma alanına sahip bir yerdeyiz. Ama burası İngiltere ve eski su borularının üzerine eklenen hava şartları tabii ki patlayan borularla son buluyor. Şu anda duvarların kurumasını ve bir aylık su bombardımanının ardından tamir edilmesi gereken yerlerin tamirini bekliyoruz. Bu bekleyiş sırasında da su ve nemden zarar görmüş şapkaları imha öncesi kesiyoruz… Kurtarılamaz mı sorularınızı cevaplıyım içinizde kalmasın; elimizden gelen her şeyi yaptık ne yazık ki hastamız kurtulamaz durumda.
Genelde kendi hayatımla özellikle de hayatımdaki trajedilerle dalga geçmek konusunda son derece başarılıyımdır. Belki bu gençliğimde çok dalga geçildiğim içindi veya dalga geçmek benim negatif olaylarla baş etmemi sağladığı için. Emin değilim… Ama şunun farkındayım ki hayatta kalmamın tek yolu veya olaylara pozitif bakabilmemin tek yolu; olaylarla dalga geçmek. En azından çoğunlukla… Belki bu sefer öyle değil… Belki de öyle…
Yani tamam belki öyle de ama nasıl dalga geçeyim; tam bir ay boyunca Thames Water’daki her departmanla ayrı ayrı konuşarak patlak bir boru olduğuna ikna etme çabamın neresi ile dalga geçeyim. Günde 4 saat telefonla konuşabilmek benim için büyük bir seviye atlamak. Telefonda konuşmaktan nefret eden biri için, günde 4 saat telefonla konuşmanın nasıl bir eziyet olduğunu anlatmama imkân yok. Ama patlayan boruyu buldukları gece, fışkıran suyun altındaki sevincim ve bu sevinçle dans edişimi görmenizi isterdim.
Neyse “bana” geri dönelim, ne de olsa konu benim ve gerçekten odak noktası ben olmak istiyorum. Biliyorum şimdi içinizden insanlar nelerle uğraşıyor, dünyanın sonu değil diyorsunuz veya hemen kendi sorunlarınızla kıyaslıyorsunuz. Belki kendi sorunlarınız için de bunu yapıyorsunuz…. Bence bir dakikanızı yaşadığınız problemin kendiniz için olan önemini kabullenmeye verin, bu başkalarının daha büyük problemlerini küçümsemek anlamına gelmiyor. Bu benim problemim, kendi problemimi küçük görmek, daha büyük problemlerle kıyaslayarak geçiştirmeye çalışmak yasadığımı ve hissettiklerimi değiştirmeyecek ve bu hareketim dünyanın kalan sorunlarını yok saymak olmayacak.
Şahsen bardağın yarısının boş olduğuna inanan biri değilim, bardağın yarısının boş olduğunu kabul eden biriyim, bununla beraber bardağın dolu tarafında yaşamayı tercih ediyorum. Hayatınızı nasıl yasadığınız bakış acısı ile alakalı. Bu bakış acısı karşınıza çıkanlarla nasıl bas edeceğinizi belirleyen detay. Yaşamımız boyunca başımıza iyi kötü birçok şey gelecek ve Murphy yasasına göre ters bir olay olduğunda zincir seklinde başka terslikler de olacak. Şu ara o terslik zincirinin ortasında bir yerdeyim. Uyanacağım ama kâbusun içindeyim, uyanacağım ama… Ya uyanmazsam…. Her şeyden öte sanırım bu olaydan bu kadar etkilenmemin sebebi son 12 senedir ilk defa neredeyse 2 aydır hiç şapka yapmamış olmam. Bu durumun beni delirtme ihtimalini değerlendiriyorum veya daha gerçekçisi bu durumun içimdeki deliyi çıkartmasından çekiniyorum. Ek olarak şapka yapma bağımlısı olduğumu kabul etmem gerekiyor sanırım.
Çalışmayı o kadar çok seviyorum ki. İşin aslı şapkalarım benim sığınağım. Elimde kumaşım, kalıplarım, tellerim olduğunda, ben her şeyi kontrol edebilecek ver her şeyi güzel, mutlu, zaman zaman sinirli bazen dramatik hala getirebilecek güce sahibim. Duygularımla şapka yapabilme yetisine sahibim. Şu anda duygularımla hiçbir şey yapamıyorum. Büyük duyguları olan biriyim ben. Her zaman etrafımdakilerden daha büyük ve yoğun yaşadım duygularımı, bu fazla duyguları bir yere aktarmam gerekiyor ki kontrol edilebilen duygularla yasayabileyim.
Şu anda merak etme her şey iyi olacak demeyin, ben de biliyorum iyi olacağını, iyi olmasa bile iyi olacağını biliyorum.
Ve sıradaki sorunsalımıza gelelim “Pozitif ol!”
Gerçekten yeterince pozitif olduğumu düşünüyorum, yani en azından buraya kadar gelebildiğine göre bir pozitiflik seviyesine sahibim. Bununla beraber pozitif olmak, ağlamamak, negatif düşüncelerinin olmaması ve kendini zaman zaman çaresiz hissetmemek anlamına gelmemeli. Pozitif olmak bütün bu duyguları kabullenip, içselleştirip kendine bir çıkış yolu bulabilmek, bir isim yakalayarak daha iyisini hayal edebilmekte. Bence bu pozitif olmak, yoksa yaşadığın kâbus yokmuş gibi davranmak neyi değiştirecek ki?
Ve gelelim ben bütün bu olanlarla nasıl baş ediyorum:
-Zorunlu olmadıkça yatakta kalmıyorum, sekil 3a’de depresyonu en iyi sekliyle görüyorsunuz.
-Nörotik bir şekilde temizlik yapıyorum.
-Umutsuzca sigara içiyorum. (Lütfen sigara içmeyin sağlığa çok zararlı)
-Bütün arkadaşlarımla konuşmayı reddediyorum. Bunu biliyorlar ve beni bu şekilde kabul ediyorlar
Bu benim bardağın boş tarafını kabullenme şeklim. Güzel bir imaj değil, hem gülücüklerle dolu değil, konu evet veya hayır ile alakalı değil, hatta vazgeçmemek bile değil. Bu sadece benim duygularımı kabul etme sürecim ve fırtınanın geçmesini bekleyişim.
Yakın zamanda Tom Hanks’in bir videosu düştü önüme, aşağı yukarı söyle bir şey diyordu:
“Bu da geçer. Keşke bunu daha erken yaşımda bilseydim. Bu da geçer…”
Bunu şöyle açıklıyor, sadece kötü zamanları kastederek duymayın bunu, aynı zamanda iyi zamanlar için de düşünün. Harika bir bakış açısı değil mi? Bu da geçer… Gerçekten bu ara hoşuma giden nadirşeylerden, ama sanırım bu karanlık döngüden bunun ışığında çıkacağım.
Güzel her anı sonuna kadar sindirerek yaşamalıyız, çünkü sonsuza kadar sürmüyorlar bununla beraber bu demektir ki kötü zamanlarda da dayanmalıyız çünkü onlar da geçecek.
Sevgili arkadaşlarım, bu da geçecek. Bir dahaki sefere belki beraber bir Londra turu atarız veya bir şapka hikayesini paylaşırız. Bakalım her şey moduma bağlı.
O zamana kadar sizi seviyorum.
MERVE BAYINDIR
Hat & Millinery Designer
www.mervebayindir.com
instagram: mervebayindiroffical