
Günümüzde sosyal medya artık sadece bağlantı kurduğumuz bir alan olmaktan çıktı ve sürekli
olarak kendimizi değerlendirdiğimiz bir aynaya dönüştü. Her beğeni, her takipçi ve özenle
düzenlenmiş her fotoğraf bize kim olduğumuz ve ne kadar değerli olduğumuz hakkında
görünmez mesajlar gönderiyor. Parıltılı tatillere, kusursuz güzelliklere ya da sonu gelmeyen
başarı hikâyelerine sürekli maruz kalmak, çoğu zaman bize yeterince iyi olup olmadığımızı
sorgulatıyor. İnsanları birbirine yaklaştırmak için tasarlanan bu mecralar pek çok durumda
özgüvenimizi ve özsaygımızı yavaş yavaş aşındıran görünmez baskılar yaratıyor.Başkalarının
hayatlarından yalnızca en iyi anların özenle düzenlenmiş kesitlerini izliyoruz. Oysa
gülümseyen çiftin fotoğrafının ardındaki tartışmaları, başarılı bir kariyer paylaşımının
ardındaki uykusuz geceleri ya da pürüzsüz bir influencer imajının ardındaki yalnızlığı nadiren
görebiliyoruz. Yine de beynimiz bu kareleri gerçekmiş gibi algılıyor ve kendi hayatımızı o
gerçeği yansıtmayan karelerle kıyaslıyoruz. Bu karşılaştırmanın bizim lehimize
sonuçlanmaması sürpriz değil. Araştırmalar, idealize edilmiş görsellere uzun süre maruz
kalmanın yetersizlik duygusunu, kaygıyı ve hatta depresyonu artırabildiğini gösteriyor.
Tehlike yalnızca başkalarını “daha iyi” görmekte değil, aynı zamanda asla yeterli
olamayacağımız düşüncesini içselleştirmeye başlamamızda yatıyor.
Yine de sosyal medyayı tamamen zararlı olarak görmek olmaz. Pek çok insan için yeni
tutkular keşfetmenin, yaratıcılığını ifade etmenin ve anlamlı topluluklara girmenin bir yolunu
sunuyor. Sorun, bazı içerikleri gerçek hayatla karıştırmaya başladığımızda ortaya çıkıyor.
Gördüklerimizin hiçbir zaman hikâyenin tamamı olmadığını hatırlamak, üzerimizdeki etkisini
sınırlamak için bize yeniden kontrol kazandırır. Psikoloji, bu platformlarla etkileşim kurarken
özsaygımızı korumak için birkaç strateji öneriyor. İlki dijital farkındalıktır: nasıl
hissettiğimize dikkat etmek. Eğer bir uygulamadan çıktıktan sonra kendimizi huzursuz,
tükenmiş ya da kıyaslama içinde buluyorsak, bu durum göz ardı edilmemelidirBilinçli
karşılaştırma da faydalıdır. Aslında gördüklerimizin bütün hikâyeyi yansıtmadığını kendimize
hatırlatmak, baskıyı azaltabilir. Pasif tüketimden aktif üretime geçmek de dinamiği değiştirir.
Böylece sessiz bir gözlemci olmaktan çıkıp kendi özgün sesimizle katılımcı oluruz.
Dijital detoks ya da süre sınırlamaları koymak, bu uygulamalarla ilişkimizde yeniden denge
sağlayabilir. Aynı zamanda çevrimdışı dostluklara yatırım yapmak ve anlamlı faaliyetlere
katılmak, ekranın asla yansıtamayacağı bir gerçeklikte bizi sağlam bir şekilde kökler.Bağ
kurma, ilham verme ve güçlendirme potansiyeline sahip olduğu kadar zarar verme, izole etme
ve küçültme riskini de taşır sosyal medya. Bu fark çoğunlukla onu nasıl kullandığımıza
bağlıdır. Psikolojik etkilerini fark ederek ve dengeli bir bakış açısıyla yaklaştığımızda, sosyal
medyayı bizi ayıran değil, yakınlaştıran bir araç olarak kullanabiliriz. Gerçek özdeğerimiz
beğeni ya da yorumlarla ölçülemez. Sosyal medyayı bizi çarpıtan bir ayna olarak değil,
büyümemize hizmet eden bir araç olarak kullanabilmektir.
İletişim Bilgileri:
Selina Demir
selinademir.aut@gmail.com
Instagram: selina.demr