Pazartesi, Temmuz 28, 2025

info@arttmodernmiami.com

Kendine Varma Yolculuğu: Tek Yöne Bilet! – Bölüm II

-

|

Selam ArtTmodernmiami’nin hassas ruhları…

Eeee… Nasılsınız bakalım? Yaz geldi. Deniz, güneş, plajlar ve tatil programlarıyla dopdolu bir süreçte misiniz? Yoksa bazıları gibi şehre tıkılıp kalanlardan mısınız?
Her nasıl olursanız olun, hepsi de hayat yolculuğumuzun bir parçası. Ve her şey gelip geçiyor; hiçbir şey aynı kalmıyor. Hayat, anlardan ibaret ve kalıcı değil. O yüzden kendimizi akışa bırakalım gitsin. İnanın, böylesi çok daha kolay.

Geçen ay yayınladığım “Kendine Varma Yolculuğu: Tek Yöne Bilet!” adlı yeni yazı serimin ilk bölümünü belki okuyanlarınız olmuştur. Okumadıysanız bile, ikinci bölümü okuyunca ilk bölümde kimler vardı ve sorulara ne cevaplar verilmişti diye merak etmeniz yüksek ihtimal.

Kimileri için göç bir başlangıç; kimileri içinse hiç bitmeyen bir vedadır. Amerika’da hayata tutunan bu isimler yanlarında sadece bir valiz değil, bir kültürün yükünü de taşıdı. Belki artık pasaportları farklı ama dillerinde hâlâ “Bir şey içer misiniz?” nezaketi var. Bu hikâyeler bize şunu hatırlatıyor: İnsan nereye giderse gitsin, içinde taşıdığı yerle yaşar. Ve bazen en çok arada kalanlar, iki yeri birden kendine yuva yapmayı başarır.

Biraz dram, biraz özlem, biraz mizah ve çokça gerçeğin yüzümüze çarptığı; hazırladığım sorularla göçün bu sessiz kahramanlarının samimiyetini hissettiğimiz yazımın ikinci bölümünü de zevkle, bir solukta okuyacağınıza eminim.
Keyfiniz bol olsun.

EMRE BAŞER / Multimedya Sanatçısı

instagram : @mr.emre.b


Kamil Çakır: Amerika’daki hayatını bir Türk yemeğiyle, Türkiye’deki hayatını bir Amerikan yemeğiyle anlatsan, hangilerini seçerdin? Neden?
Emre Başer: Mantı. Yapması zor ama her gün yiyebilirsin. Amerikan mutfağı olmadığı için “Amerikan” yemeği söylemek zor. Ne desem, başka bir ülkenin çıkacak; hamburger bile. 

Kamil Çakır: Türkiye’de öğrendiğin ama Amerika’da seni ‘hayatta kalma uzmanına’ dönüştüren bir becerin ya da alışkanlığın var mı?
Emre Başer: Çok klasik bir cevap olacak ama: “Pratik zekâ.” Problemlere başka açılardan yaklaşmayı bilmek… Bir de eski Türkiye’deki eğitim ve kültür… 1999 yılında Amerika’ya taşındığımda, eğitimli bir Amerikalıdan kat kat daha fazla bilgiye sahiptim.

Kamil Çakır: Amerika’ya ilk taşındığında seni en çok zorlayan ‘görünmez kural’ neydi? Şimdi dönüp bakınca, Türkiye’de hangi görünmez kurallar seni güldürüyor?
Emre Başer: Özel alan… Aslında çok zorlamadı. Türkiye’de dip dibe yaşamaya alışmışız. Bunun rahatsız edici bir şey olduğunu Amerika’da fark ettim. Sırada beklerken bile araya mesafe koymak, konuşurken iki adım geri atmak artık normal geliyor. Türkiye’deki mahalle baskısı ise çok trajikomik…

Kamil Çakır: Amerika’da bir gün ansızın burnuna Türkiye’den tanıdık bir koku geldi. O anki hislerin neydi? Ne hatırladın?
Emre Başer: Ihlamur kokusu… Burada ıhlamur pek tüketilmediği için parklarda, sokaklarda ıhlamur ağaçları Haziran başında çiçeklerden taşar. İlk fark ettiğimde beni İstanbul’a geri götürdü.

Kamil Çakır: Kendine en çok “Ben artık buraya aitim galiba” dediğin an neydi? Peki hâlâ “Ama şu yanım Türkiye’de kaldı” dediğin bir tarafın var mı?
Emre Başer: Bir tarafa ait olamıyorsun. İki ülkenin sevdiğin tarafları senin içinde yaşamaya devam ediyor. Ama sanırım kendi evimi aldığım zaman “Tamam, artık buralı olduk,” dedim.

Kamil Çakır: Amerika’daki seni Türkiye’deki halinle karşılaştırsan, ona ne nasihat verirdin?
Emre Başer: Kendine yatırım yap, başka diller öğren, sağlıklı beslen, ailenle vakit geçir.

Kamil Çakır: Türkiye’de sıradan olan ama Amerika’da ‘devrim’ gibi hissettiren bir anı hatırlıyor musun?
Emre Başer: Paralı tuvalet servisi  Amerika’da paralı tuvalet sanırım 2-3 yerde gördüm.

Kamil Çakır: Bugün Türkiye’de yaşasaydın, hayatının hangi yönü daha zor olurdu? Hangi yönü daha tatlı olurdu?
Emre Başer: Amerika’da bu kadar uzun kalınca fark etmeden kurallarla yaşamayı öğreniyorsun. Türkiye’nin kaotik ortamına alışmak zor olurdu sanırım. Nedense Türkiye artık “tatil” ile özdeşleşiyor. Tatlı tarafı sevdiklerimle vakit geçirmek olurdu.

Kamil Çakır: Amerika’da Türk olduğun ilk ne zaman fark edildi ve nasıl bir tepki aldın? O an bir sitcom olsaydı, bölüm adı ne olurdu?
Emre Başer: İlk 10 yıl Memphis, TN’de yaşadım. Türk olduğumu fark eden kimse olmadı ama yabancı olduğumuzu anlamaları zor olmadı çünkü her ne kadar İngiltere’de büyümüş ve her zaman İngilizce konuşmuş olsam da, güney aksanıyla konuşmayınca yemek siparişi vermek bile komik bir olaya dönüşebiliyor.
Fast food restoranında hamburger siparişi vermeye çalışan bir adamın hikâyesi:
“How I Couldn’t Order My Burger”

Kamil Çakır: İki ülkede de hiçbir yere ait hissetmediğin bir an oldu mu? O boşluğu nasıl doldurdun?
Emre Başer: Son zamanlarda çok hissettiğim bir duygu. Çünkü Türkiye 25 sene önceki ülkem değil. Aynı şekilde Amerika da ilk gördüğüm hâlinden çok uzak. İki ülke de iyiye doğru gitmedi. Boşluğu, Akdeniz’de bir ülkede ayaklarımı denize sokma planıyla dolduruyorum.

Kamil Çakır: Bir sabah uyanıp tüm geçmişini unutsaydın, Amerika mı Türkiye mi sana yeniden kim olduğunu hatırlatırdı?
Emre Başer: İki ülkede de neredeyse eşit yıllar yaşadım. Ama çocukluk ve gençlik anılarım Türkiye’de. Sanırım onlar beni kendime getirirdi.

BENNU GEREDE / Multidisipliner Sanatçı

instagram : https://www.instagram.com/bennugerede


Kamil Çakır: Amerika’daki hayatını bir Türk yemeğiyle, Türkiye’deki hayatını bir Amerikan yemeğiyle anlatsan, hangilerini seçerdin? Neden?

Bennu Gerede: Amerika’daki hayatımı bir Türk yemeğiyle anlatsam, kuru fasulye ve pilav olurdu. Çünkü hayatım burada tıpkı bu yemek gibi: sade ama dolu, besleyici ve ruhu doyuran bir düzen içinde geçiyor.
Türkiye’deki hayatımı bir Amerikan yemeğiyle anlatsam kesinlikle “The Widowmaker” olurdu. Çünkü Türkiye’ye her gelişimde kendimi zevklerime kaptırıyorum; bol bol keyif, biraz fazla “tatlı kaçan” anlar ve kontrolsüz ama lezzetli bir tempo oluyor.

Kamil Çakır: Türkiye’de öğrendiğin ama Amerika’da seni ‘hayatta kalma uzmanına’ dönüştüren bir becerin ya da alışkanlığın var mı?
Bennu Gerede: Dramayla baş etmeyi Türkiye’de öğrendim, Amerika’da ise o kadar ustalaştım ki artık kendi reality show’umu bile iptal ettim.

Kamil Çakır: Amerika’ya ilk taşındığında seni en çok zorlayan ‘görünmez kural’ neydi? Şimdi dönüp bakınca, Türkiye’de hangi görünmez kurallar seni güldürüyor?
Bennu Gerede: 16 yaşımdayken Türkiye’de pek trafik kuralı yoktu, Amerika’da ise medeniyet var. Ehliyet sınavında o medeniyet beni üç kere devirdi!

Kamil Çakır: Amerika’da bir gün ansızın burnuna Türkiye’den tanıdık bir koku geldi. O anki hislerin neydi? Ne hatırladın?
Bennu Gerede: Yok  (Kısa ama samimi bir yanıt.)

Kamil Çakır: Kendine en çok “Ben artık buraya aitim galiba” dediğin an neydi? Peki, hâlâ “Ama şu yanım Türkiye’de kaldı” dediğin bir tarafın var mı?
Bennu Gerede: Kendime en çok “Ben artık buraya aitim galiba” dediğim an olmadı aslında. Türkiye’de bir tarafımı bıraktığımı da sanmıyorum; bıraksam herhalde lime lime parçalarlardı.
Ben hiçbir yere tam olarak ait değilim — her an, her yerde uyum sağlar, kendi yolumu çizerim.

Kamil Çakır: Amerika’daki seni, Türkiye’deki hâlinle karşılaştırsan, ona ne nasihat verirdin?
Bennu Gerede: Amerika’daki ben, Türkiye’deki halime şöyle derdi:
“Drama mı? Bırak gitsin. Burada gerçek güç, sakin kalabilmekte…”

Kamil Çakır: Türkiye’de sıradan olan ama Amerika’da ‘devrim’ gibi hissettiren bir anı hatırlıyor musun?
Bennu Gerede: Türkiye’de pek sıradan an olmuyor. 

Kamil Çakır: Bugün Türkiye’de yaşasaydın, hayatının hangi yönü daha zor olurdu? Hangi yönü daha tatlı olurdu?
Bennu Gerede: Hayatımın en zor yanı kesinlikle açık sözlü, korkusuz ve cesur olmam olurdu. Özgür ruhlu insanlar için değil Türkiye; her adımın izleniyor, her hareketin yorumlanıyor.
Tatlı yönü ise… Anadolu’daki insanların samimiyeti ve hâlâ kalpten bağ kurabilmem olurdu.

Kamil Çakır: Amerika’da Türk olduğun ilk ne zaman fark edildi ve nasıl bir tepki aldın? O an bir sitcom olsaydı, bölüm adı ne olurdu?
Bennu Gerede: Amerika’da Türk olduğum ilk fark edildiğinde, ortaokuldaydım. Benden hindinin çıkardığı sesleri taklit etmemi isteyip dalga geçerlerdi.
O an bir sitcom olsaydı, bölümün adı kesinlikle “The Turkish Delight” olurdu — tatlı gibi görünür ama altta biraz çatlaklık var.

Kamil Çakır: İki ülkede de hiçbir yere ait hissetmediğin bir an oldu mu? O boşluğu nasıl doldurdun?
Bennu Gerede: Ben uzaylıyım  ve kendimi her yere ait hissediyorum. Yaşadığım her ülkede oranın yerlisi gibi yaşarım.

Kamil Çakır: Bir sabah uyanıp tüm geçmişini unutsaydın, Amerika mı Türkiye mi sana yeniden kim olduğunu hatırlatırdı?
Bennu Gerede: Türkiye bana tokat atar, Amerika beni okşar.

TUĞBA YAZICI / Sanatçı / Prodüktör

instagram : @tugbayaziciofficial


Kamil Çakır: Amerika’daki hayatını bir Türk yemeğiyle, Türkiye’deki hayatını bir Amerikan yemeğiyle anlatsan, hangilerini seçerdin? Neden?
Tuğba Yazıcı: Amerika’daki hayatımı “Şükran Günü” sofrasına benzetirdim. Çünkü şükran doluyum. Ama illa Türk yemeği olacaksa, “aşure” derdim; çünkü içinde ne ararsan var  Bu yüzden enteresan, lezzetli ve vazgeçilmez.
Türkiye’deki hayatımı ise “resmî” bir Amerikan yemeği olmadığı için (göç eden ülkelerin yemek kültürü hâkim), “Alfredo soslu fettuccine”ye benzetirdim. Normal bir makarna olması yeterliyken üzerine ağır bir sos olan Alfredo eklenmiş… Baktığında çok lezzetli, ama o havalı ve cazip makarnayı yemenin bir bedeli var. Masadan kalktığında mutlaka ödersin  (O kaloriler… Pardon, insanın üzerine yüklenen sorumluluklar çok ağır!)

Kamil Çakır: Türkiye’de öğrendiğin ama Amerika’da seni ‘hayatta kalma uzmanına’ dönüştüren bir becerin ya da alışkanlığın var mı?
Tuğba Yazıcı: Tabii ki! İstanbul trafiğinde yetişmiş bir metropol insanı olmak beni çok iyi hazırlamış. Bunu Amerika’ya taşındığımda fark ettim. Benim için “uzak mesafe, yol, yorgunluk, trafik” gibi kavramlar yok. Bir şeyi istiyorsam, yola çıkar, yolda keyif alacağım unsurları yanıma alır ve gider alırım. Yani öğrendiğim her şeyi bir felsefeye oturtuyorum. Böylece hayat eğlenceli hale geliyor ve zorluklar karşısında sıkılmıyorum. Bunun tersini yaşayan o kadar çok insan var ki…

Kamil Çakır: Amerika’ya ilk taşındığında seni en çok zorlayan ‘görünmez kural’ neydi? Şimdi dönüp bakınca, Türkiye’de hangi görünmez kurallar seni güldürüyor?
Tuğba Yazıcı: Amerika’ya daha önce sergilerim ve seyahatlerim nedeniyle birçok defa gelmiştim. Hepsi çok keyifliydi, adeta bir “Amerikan rüyası” gibiydi. Ama taşınmak ve seyahat etmek asla aynı şey değil!
Amerika’daki görünmez kural: “Eski hayatın bizi ilgilendirmiyor. Kim olduğun, daha önce ne yaptığın önemli değil. Bizi ilgilendiren, burada neler yapacağın ve bize ne katacağın.” Bu cümleyi ilk duyduğumda alınmadım, kırılmadım ama “hiçlik” kavramıyla bir süre yüzleştim. Sonrasında kendimi yeniden var ettim. Ve başarı, hayatın içinde uyumlanmak ve tatmin duygusuna erişmekse, bence başardım. 
Türkiye’deki görünmez kurallar ise aklıma geldiğinde bile istemsizce gülümsüyorum.  Her ülkenin bir dinamiği var, bizimki ise tamamen “duygusal kurallar.” Ama bu cümleyi açmayacağım çünkü “Yeşil yolda olan, yeşil yolda kalır,” diyor ve susma hakkımı kullanıyorum. 

Kamil Çakır: Amerika’da bir gün ansızın burnuna Türkiye’den tanıdık bir koku geldi. O anki hislerin neydi? Ne hatırladın?
Tuğba Yazıcı: İnanın, yağmurdan sonraki toprak kokusu bile Türkiye’deki gibi değil! Ama ben o duyguyu yeni hayatımda aramıyorum. Özlersem giderim, bu kadar basit. Anda kalabilmenin şartı bu!

Kamil Çakır: Kendine en çok “Ben artık buraya aitim galiba” dediğin an neydi? Peki, hâlâ “Ama şu yanım Türkiye’de kaldı” dediğin bir tarafın var mı?
Tuğba Yazıcı: Bazen, yerine göre hissettiğim oluyor ama buraya yazabileceğim bir şey değil. 

Kamil Çakır: Amerika’daki seni, Türkiye’deki hâlinle karşılaştırsan, ona ne nasihat verirdin?
Tuğba Yazıcı: “Çok gençsin ve çok güzelsin tatlım, ama bu kadar kasmana gerek yok! Çünkü ne kadar kendini anlatırsan anlat, karşındakinin anladığı kadarla sınırlısın.”

Kamil Çakır: Türkiye’de sıradan olan ama Amerika’da ‘devrim’ gibi hissettiren bir anı hatırlıyor musun?
Tuğba Yazıcı: Haftada bir manikür-pedikür yaptırabilmek, iyi fön çeken birini bulmak… Kısacası güzellik hizmet sektörüyle ilgili her şey!

Kamil Çakır: Bugün Türkiye’de yaşasaydın, hayatının hangi yönü daha zor olurdu? Hangi yönü daha tatlı olurdu?
Tuğba Yazıcı: Şu an olduğum kişi olmayacağım kesin ama yine de kendi alanımda çok başarılı olurdum, bu da kesin! Zaten Amerika’ya gelişim “olağanüstü yetenekli sanatçı” kategorisinden green card ile olmuştu.
Amerika’da ise resim ve modanın ardından yazı hayatım başladı. Uluslararası sergiler devam ederken, film yapımcılığı ve İngiltere’de seçildiğim “Yılın İlham Veren Kadınları” listesi…
Tüm bunlar yeni hayatımın bana hediyesi. Şükür doluyum.

Kamil Çakır: Amerika’da Türk olduğun ilk ne zaman fark edildi ve nasıl bir tepki aldın? O an bir sitcom olsaydı, bölüm adı ne olurdu?
Tuğba Yazıcı: Amerika’ya ilk gelişim ile yerleşmem arasında 10 yıl fark var. Zaman çok hızlı ilerliyor. Bu süreçte Türkiye’ye gitmeyen birine neredeyse hiç rastlamadım. Herkes bir yerleri görmüş ve Türkleri çok seviyor. Bu beni çok mutlu etti açıkçası! Türk dizilerinin bunda büyük etkisi var. Halit Ergenç’i “Muhteşem Yüzyıl’daki rolüyle, Kara Sevda dizisinden Burak Özçivit ve Kaan Urgancıoğlu’nu tanımayan yok! Bir de tabii ki Tarkan: “Şımarık” şarkısı gibi… Tüm bu etkenler, Türk mutfağı, sanat ve benimle konuşurken hissettikleri enerjiyle birleşince, hep çok güzel bir sinerji oluştu. Eğer bu an bir sitcom olsaydı, kesinlikle “Avrupa Yakası” gibi bir şey olurdu. O duyguya en yakın olan o çünkü. Çok keyifliydi. Burhan Altıntop’un “Ben Nişantaşı çocuğuyummm!” sahnesi geliyor hemen gözümün önüne. 

Kamil Çakır: İki ülkede de hiçbir yere ait hissetmediğin bir an oldu mu? O boşluğu nasıl doldurdun?
Tuğba Yazıcı: Amerika’da yasal olmayan göçmenlerin sıkışmış durumu bana Karaip Korsanları filmindeki Davy Jones’un gemisini hatırlatıyor. Arafta kalmış mürettebatın kulağından, bacağından gemiye yapışıp zor bir dönüşüm geçirmesi gibi… Sanki geri dönerlerse mahvolacaklar, belki de çok zorlu koşullardan geliyorlar. Bilemeyiz. Ama ben mutluluk veren şeylere odaklanıyorum. Amerika’da göçmenlik ve demokratik haklarını savunan milyonlarca insan var. Bu da umut verici…
Ben hep sanatıma ve Tanrı’ya sığındım. Çok çalıştım. Düşünmeden, deli gibi ürettim. Boşluk falan kalmadı. Güney Fransa’da gördüğüm bir duvar yazısını buraya bırakayım: “Zaman geçer, acı gider, eser kalır.”
Türkiye’de ise kendimi ait hissetmediğim şeyler oldu ki; daha iyi, vefalı, değer bilen ve adil bir dünya aramak için yola çıktım. Bugün buradayım. Geriye baktığımda, bu his eski bir sevgilinin yanlış biriyle olan ilişkisine duyulan üzüntü gibi. Yaptığı seçimlerle bunu hak ettiğini düşünürsün ama eski güzel günlerin hatırına onun iyi olmasını istersin.

Kamil Çakır: Bir sabah uyanıp tüm geçmişini unutsaydın, Amerika mı Türkiye mi sana yeniden kim olduğunu hatırlatırdı?
Tuğba Yazıcı: Bu çok zor bir soru ve bende cevabı yok! Belki de İspanyolca konuşmaya başlardım.  Çünkü bilinçaltında neler olduğunu bilemeyiz. Ben reenkarnasyona inanıyorum.

DENİZ EYÜPOĞLU / Sanatçı – Tasarımcı

instagram : @denizeyupoglu.art

Kamil Çakır: Amerika’daki hayatını bir Türk yemeğiyle, Türkiye’deki hayatını bir Amerikan yemeğiyle anlatsan, hangilerini seçerdin? Neden?
Deniz Eyüpoğlu: Amerika’daki hayatım aşureye benziyor: İçinde farklı kültürlerden, fikirlerden, alışkanlıklardan malzemeler var. İlk bakışta “Fasulyeyle tatlı mı olur?” dedirten ama tadınca anlam kazanan bir karışım. Tıpkı burada (New York’ta) yargılanmadan bir arada yaşayabilen çeşitlilik gibi…
Türkiye’deki hayatımı ise bir burgerle anlatabilirim. Katman katman bir geçmiş: Çocukluğum, gençliğim, üniversite yıllarım, Cihangir’deki ilk evim, ilk işim… İki ekmeğin arasına sıkışmış; domatesi, turşusu, sosuyla her biri başka bir dönemi simgeliyor. Hepsi bir arada olduğunda anlamlı ve doyurucu…

Kamil Çakır: Türkiye’de öğrendiğin ama Amerika’da seni ‘hayatta kalma uzmanına’ dönüştüren bir becerin ya da alışkanlığın var mı?
Deniz Eyüpoğlu: Türkiye’de “Paran yoksa alma” mantığıyla büyüdüm. Kredi kartıyla borçlanmadan yaşama disiplini, burada bana inanılmaz avantaj sağladı. Amerika’da kredi skoru her şey; ev kiralarken, telefon hattı alırken bile… Borç yapmadan yaşamak, bana hem yüksek bir kredi skoru hem de başım dik bir hayat sundu. Bunun dışında, hedef koyup o hedefe ulaşma direncini de Türkiye’den getirdim. Eski bir basketbol oyuncusu olarak benimsediğim bir diğer önemli alışkanlık ise her şeyi tek başıma yapamayacağımı bilmek ve güçlü bir takımın parçası olmanın değerini anlamak oldu.

Kamil Çakır: Amerika’da bir gün ansızın burnuna Türkiye’den tanıdık bir koku geldi. O anki hislerin neydi? Ne hatırladın?
Deniz Eyüpoğlu: Koku duyusu genelde yemeği çağrıştırıyor ama bu soru yaşadığın eyalete göre bile değişebilir. New York’tan bahsedecek olursam, burada kendi deneyimimizi kendimiz yaratıyoruz. Türkiye’yi hatırlamak ya da tatmak istersek yönümüzü o tarafa çeviriyoruz çünkü burada inanılmaz büyük bir Türk topluluğu var.
Bu yüzden burnuma tanıdık bir koku geldiğinde hissettiklerim genelde yemek özlemi olmuyor. Belki bir limon kolonyası bana Türkiye’deki misafirlikleri hatırlatıyor. Özlediğim şeyler daha çok anılar ve atmosfer oluyor; yemek değil, üstelik bu anlar pek de “ansızın” gelmiyor.

Kamil Çakır: Kendine en çok “Ben artık buraya aitim galiba” dediğin an neydi? Peki, hâlâ “Ama şu yanım Türkiye’de kaldı” dediğin bir tarafın var mı?
Deniz Eyüpoğlu: Bir Türkiye tatili dönüşü, arkadaş grubunda yapılan esprileri anlamadığımı fark ettim. “Uzun cümle kurar mısın?” dediğim anlar oldu. Artık bazı “inside joke”lara yabancıyım. Ama aynı şey burada da geçerli… Burada da bazı Amerikan referanslarını kaçırıyorum. Yani bir yanım hep yolda.

Kamil Çakır: Amerika’daki seni, Türkiye’deki hâlinle karşılaştırsan, ona ne nasihat verirdin?
Deniz Eyüpoğlu: “Hedef koy, ama esnemeyi öğren. Her şey planladığın gibi gitmeyecek, ama bu kötü bir şey değil.” Bir de: “Kimseye kendini ispat etmeye çalışma; sadece üret, göster, paylaş.”

Kamil Çakır: Türkiye’de sıradan olan ama Amerika’da ‘devrim’ gibi hissettiren bir anı hatırlıyor musun?
Deniz Eyüpoğlu: Birinin evine ayakkabıyla girmemek, burada neredeyse devrim gibi… Kapıda ayakkabı çıkarınca insanlar şaşırıyor. Oysa Türkiye’de bu tamamen normal!
Bir de yoğurdu tuzlu yemek! Burada yoğurt hep tatlı; içine salatalık koyunca insanlar hayret ediyor.

Kamil Çakır: Bugün Türkiye’de yaşasaydın, hayatının hangi yönü daha zor olurdu? Hangi yönü daha tatlı olurdu?
Deniz Eyüpoğlu: İstanbul trafiği, sabırsızlık ve herkesin birbirine karışması beni zorlardı. Ama aileme yakın olmak, spontane buluşmalar, sokakta her köşede insan sıcaklığı bulmak çok tatlı olurdu. Yani zor ve tatlı olan şey genelde aynı: yakınlık…

Kamil Çakır: Amerika’da Türk olduğun ilk ne zaman fark edildi ve nasıl bir tepki aldın? O an bir sitcom olsaydı, bölüm adı ne olurdu?
Deniz Eyüpoğlu: İlk tanıtıldığımda zaten “This is Deniz, from Turkey” diye başlıyordu cümleler. Tahmin şansı bile verilmezdi. Ve klasik tepkiler: “Aa ben de Kapadokya’ya gitmek istiyorum”, “Türk yemeklerine bayılırım!”
O an bir sitcom olsaydı adı: “Take Me to Turkey” olurdu.

Kamil Çakır: İki ülkede de hiçbir yere ait hissetmediğin bir an oldu mu? O boşluğu nasıl doldurdun?
Deniz Eyüpoğlu: Oldu, hem de sıkça. Amerika’da tam anlamıyla “ait” hissetmek için önce yasal olarak kabul edilmen gerek. Ama herkesin yabancı olduğunu görüp, aynı şeyleri benzer şekilde yaşıyor olduğunu fark edince biraz daha rahatlıyorsun.
Türkiye’deyse bazen dilin ucundaki bir kelimeyi bulamayınca dışlanmış hissediyorsun. Bazen yapılan imaları anlamıyorsun. Ama bunun normal bir şey olduğunu anladığında, küçük olaylara büyük anlamlar yüklememeyi öğreniyorsun — işte o zaman boşluk kalmıyor.

Kamil Çakır: Bir sabah uyanıp tüm geçmişini unutsaydın, Amerika mı Türkiye mi sana yeniden kim olduğunu hatırlatırdı?
Deniz Eyüpoğlu: İkisi de… İki hayatımda karşılaştığım iyi şeyleri alıp, kötüleri geride bırakmak isterdim. Amerika bana kim olmak istediğimi, Türkiye kim olduğumu hatırlatırdı. İkisini bir araya getirerek yeniden kendimi inşa edebilirdim.

Kamil Çakır
Sanatçı – Tasarımcı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!

Share this article

Recent posts

spot_img

Popular categories

spot_img