Salı, Haziran 24, 2025

info@arttmodernmiami.com

KENDİNE VARMA YOLCULUĞU: TEK YÖNE BİLET! / Bölüm 1

-

|

Kamil Çakır SANATÇI / TASARIMCI

Sevgili ArtTmodernmiami’nin hassas ruhları…

Yaz mevsimine girdiğimiz şu sıralarda duygulara biraz daha hitap etmek için yepyeni bir yazı serisi ile karşınızdayım. Lafı çok uzatmadan hemen giriş yapmak isterim.

Efsanevi pop grubu Boney M şarkısında ne diyordu: Tek yöne bilet!

Şöyle bir düşünün bakalım arkadaşlar. Yola çıkıyorsunuz. Uzak diyarlara ve bu bir tatil değil. Biletiniz sadece gidiş. Sizce bir valize neler sığar?

Birkaç kıyafet, biraz özlem, çokça umut…

Bu yazıda, Türkiye’den Amerika’ya giderek yaşamına bir göç hikâyesini sığdırabilen ve sadece yeni bir ülkeye değil, yepyeni bir hayata adım atan o sessiz dönüşüm anlarının sahipleri ile buluşacaksınız. Bazılarının gidişi bir kaçıştı, bazılarının yeni bir başlangıç. Kimisi hâlâ Türkiye’yi her sabah mutfağında demliyor, kimisi Amerikan rüyasına Türkçe altyazı ekliyor. Peki, o insanlar şimdi ne yapıyor ve ne düşünüyorlar? Geride ne bıraktılar, orada ne buldular? Ve biz bu hikâyelere ne kadar yakınız?

Amerika’ya giden Türk arkadaşlarıma sıra dışı sorular sordum. Cevaplar hem güldürdü, hem düşündürdü. Geçmişten bugüne kadar bağımı bir şekilde koruduğum arkadaşlarımla sizi tanıştırmak için çok heyecanlıyım.

Öyle ki; “Biri bavulunu sessizce kapatıp son kez Boğaz’a bakmıştı, diğeri elleri titreyerek taksiciye Türk parası ile son kez ödeme yapmıştı. Biri havaalanında valizini kaybettiği an; daha şimdiden 1-0 yenik başladım diye düşünmüştü. Biri kendine sıfır kilometre bir hayat kurdu yoluna devam etti. Biri hala her sabah Türk kahvesiyle başlıyor güne. Peki, Türkiye’den Amerika’ya taşınan bu insanların gerçek hikâyeleri ne kadar duyuldu? Onlar yeni hayatlarını nasıl inşa etti? Hangi alışkanlıklarını yanlarında taşıdılar, hangilerini gümrükte bırakmak zorunda kaldılar?

Bu yazıda klasik göç hikâyelerinin dışına çıkıyor, onların gözünden iki kıta arasında gidip gelen kimlikleri, şaşkınlıkları, komiklikleri ve dokunaklı detayları sorularımla irdeliyoruz… Ama bu kez sıradan sorular yok. Hazır olun, çünkü birazdan “Türkiye’de öğrendiği pazarlık yeteneğiyle Amerika’da pazarlık usulü kirayı düşürenden, Amerika’da gezerken kavrulmuş susam kokusu ile İstanbul ‘a neredeyse astral seyahat edene kadar gerçek samimi ve sempatik cevaplar okuyacaksınız.”

Bu yazımda katılımcı olmayı kabul eden ve yazımı renklendiren arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Umarım sizde bu yazıda kendinizden bir şeyler bulursunuz. Ve bu renkli, sıra dışı, başarılı ve hayalperest göçebeler almanız gereken kararları daha hızlı almanız için size hem vesile hem de ilham olur. Kim bilir?

Amerika’da yeni bir hayat kuranların samimi cevaplarına hazır olun. Gittiği yerle değil; kendine vardığı yerle başlayan hayatlara saygı duymamak elde değil. Siz ne düşünüyorsunuz, yorumlarda buluşalım!

Haydi başlıyoruz… Keyifli okumalar:

OĞUZ CAN ÖZCANLI  /  Besteci – Film ve Televizyon Müziği

Kamil Çakır: “Amerika’daki hayatını bir Türk yemeğiyle, Türkiye’deki hayatını bir Amerikan yemeğiyle anlatsan, hangilerini seçerdin? Neden?”

Oğuz Can Özcanlı: Amerika’daki hayatımı bir Türk yemeğiyle anlatsam, sanırım döner dürüm seçerdim. Hızlıca yenip masadan kalkılabilecek bir yemek olduğu için, Amerika’daki tempolu yaşama uygun geldi bana.

Türkiye’deki hayatımı bir Amerikan yemeğiyle anlatmam gerekse, steak seçerdim. Yanında çeşitli garnitürlerle, uzun uzun vakit ayırarak yenebilecek bir yemek sonuçta. Zaten Türkiye’ye genelde tatil amaçlı, özellikle yazın geldiğim için daha rahat bir yemeği tercih ettim.

Kamil Çakır: “Türkiye’de öğrendiğin ama Amerika’da seni ‘hayatta kalma uzmanına’ dönüştüren bir becerin ya da  alışkanlığın var mı?”

Oğuz Can Özcanlı: Bence bu, samimi arkadaşlık kurma ve iletişim diyebilirim. Amerika’da bir yerlere gelebilmek için networking çok önemli ama bu da aslında gerçek arkadaşlıktan geçiyor. Samimiyet olmadan kurulan ilişkiler çok yüzeysel kalıyor. Bence hayatta mutlu bir şekilde mücadele etmenin en güçlü yolu arkadaşlıktır. Zor zamanlarımızda bizi iyileştiren çoğu zaman işimiz ya da kariyerimiz olmuyor. Tam tersine, yanımızda olan arkadaşlarımız oluyor. Ama hem Türkiye’de hem Amerika’da, genelde önceliğimizi işe vermeye alışmışız. Mesela bir arkadaş buluşmamızı “iş toplantım var” diyerek kolayca erteleyebiliyoruz. Peki, hiç bir iş toplantısını, “arkadaşımla buluşacağım” diyerek ertelediğimiz oluyor mu? Sonuçta, bana kalırsa hayatta kalmamızı sağlayan en büyük şey gerçek dostluklar.

Kamil Çakır: “Amerika’ya ilk taşındığında seni en çok zorlayan ‘görünmez kural’ neydi? Şimdi dönüp bakınca, Türkiye’de hangi görünmez kurallar seni güldürüyor?”

Oğuz Can Özcanlı: Sanırım beni en çok zorlayan görünmez kural, “başkalarıyla kendini kıyaslarsan mutsuz olursun” kuralıydı. Aslında bu kuralı bana kimse söylemedi, ben zamanla kendime koydum. Çünkü Amerika’da özellikle sanat alanında başarılı ve mutlu kalabilmenin en önemli yollarından biri buydu. Bence insan olarak, içgüdüsel bir şekilde kendimizi başkalarıyla kıyaslamaya yatkınız ve bu alışkanlıktan çıkmak gerçekten büyük bir çaba gerektiriyor. Bu düşünce biçimini hâlâ içselleştirmeye çalışıyorum. İnsan doğası gereği kendini başkalarıyla kıyaslamaya eğilimli ve bundan vazgeçmek ciddi bir çaba istiyor. Ama benim inancım şu ki: herkes kendi içinde çok özel ve tek.

2009 yılında Berklee College of Music’e müzik eğitimi almak için taşındığımda, ilk karşılaştığım şey farklı ülkelerden gelen inanılmaz yetenekli müzisyenlerdi. O anda şunu fark ettim: eğer kendimi sürekli bu müzisyenlerle kıyaslarsam, önü alınamaz bir mutsuzluk başlayacak. Ve bu durum sadece okulda değil, profesyonel müzik hayatında da devam ediyordu.

Türkiye’de benim gözlemlediğim kadarıyla, sosyal normlara uymak insanlar için çok önemli. Ama bunun olumsuz tarafı, farklı düşüncelere açık olamamak gibi bir sonuç doğurabiliyor.

Los Angeles’ta en sevdiğim şeylerden biri, çok farklı düşünce yapısına sahip insanlarla karşılaşmak. Bu, düşünce olarak beni ileriye taşıyor. Sanırım müzikten de öte, Los Angeles’ı sevmemin asıl nedeni bu.

Farklı yaşam tarzları, farklı bakış açıları beni besliyor. Her insan sanki ilginç bir roman karakteri gibi, ama bu sefer hikâye gerçek…

Kamil Çakır: “Amerika’da bir gün ansızın burnuna Türkiye’den tanıdık bir koku geldi. O anki hislerin neydi? Ne hatırladın?”

Oğuz Can Özcanlı: Bir gün Los Angeles’ta yürürken burnuma mangal kokusu geldi. Bir anda kendimi Çeşme’de, ailemle sahilde mangal yaparken hayal ettim. Denizden yeni çıkmışım, üstüm tuzlu, tuttuğum balıklar… O an sadece bir kokuyu değil, ait olma hissini hatırladım.

Kamil Çakır: “Kendine en çok ‘Ben artık buraya aitim galiba’ dediğin an neydi? Peki, hâlâ ‘Ama şu yanım Türkiye’de kaldı’ dediğin bir tarafın var mı?”

Oğuz Can Özcanlı: Sanırım “buraya aitim” duygusu, tam anlamıyla bir kök salma hissi olmasa da, düşünce yapısı olarak bir yakınlık hissetmek olabilir. Bir konuya ya da kişiye yaklaşırken, yargılamadan, açık bir zihinle dinlemek… İnsanları hemen bir kalıba sokmaktan uzak durmaya çalışmak… Bu yaklaşım bana tanıdık ve huzurlu geliyor. Ayrıca beni buraya ait hissettiren başka bir şey de, burada çok başarılı insanların egosuz olmaları. Bu tevazu hali bana ilham veriyor.

Ama “şu yanım Türkiye’de kaldı” dersem, aklıma ilk gelen büyük ailem ve arkadaşlarımla yapılan uzun sohbetler olur. Ve tabii ki Ege Denizi! Bence Ege, dünyanın en güzel denizi! Özlüyorum. Windsurf yapmayı, balık tutmayı, tekneyle açılıp uzun uzun muhabbet etmeyi… Gerçekten çok şanslıyız. Böyle bir yerde büyüyüp, istediğimizde dünyanın en güzel köşelerinden birine dönüp kafamızı boşaltabiliyor olmak harika bir his. Ege Denizi ve Yunan Adaları birçok insan için bir hayal. Özellikle Amerikalılar için buralara gitmek bir rüya gibi.

Kamil Çakır: “Amerika’daki seni Türkiye’deki halinle karşılaştırsan, ona ne nasihat verirdin?”

Oğuz Can Özcanlı: “Sakin ol. Sen zeki ve başarılı bir insansın, her şey yoluna girecek. Sadece sevdiğin şeylere odaklan.” Derdim. Aslında bazen hâlâ kendime aynı nasihati veriyorum. Çünkü eninde sonunda hayat, sadece bir günden ibaret! Ve o gün nasıl geçti? Eğlendin mi, keyif aldın mı, mutlu oldun mu? Mesela şu aralar tenis oynamayı çok seviyorum. Günlük hayatımda bana en iyi gelen şeylerden biri oldu. Beni mutlu eden şeylere yer açmayı seviyorum.

Kamil Çakır: “Türkiye’de sıradan olan ama Amerika’da ‘devrim’ gibi hissettiren bir anı hatırlıyor musun?”

Oğuz Can Özcanlı: Bence asıl devrim, kültürel farklarla ortaya çıkıyor. Los Angeles’ta farklı aktivitelere katıldıkça, çok başarılı ya da ünlü insanlarla tanışmak mümkün oluyor ve onlarla samimi bir arkadaşlık kurmak gerçekten kolay olabiliyor. Mesela bir tenis dersinde American Idol’un müzik direktörüyle karşılaşabiliyorsunuz. Bir yoga dersinde Oscar ödüllü bir yönetmenle tanışıp arkadaş olabiliyorsunuz. Hatta FKA Twigs sizden piyano dersi almak isteyebiliyor. Bunların hepsi benim başıma geldi. Ve en etkileyici tarafı, bu insanların sizinle kariyerleri üzerinden değil, gerçekten insan olarak iletişim kurmaları. Bu durum hem çok etkileyici hem de öğretici. Hatta benim için tam anlamıyla bir devrim.

Kamil Çakır: “Bugün Türkiye’de yaşasaydın hayatının hangi yönü daha zor olurdu? Hangi yönü daha tatlı olurdu?”

Oğuz Can Özcanlı: Ben insanlardan, özellikle de benden farklı düşünen insanlardan beslenen biriyim. Sanırım bu açıdan Türkiye’de biraz zorlanabilirdim.

Ama Ege Denizi’ne yakın olmak… O kesinlikle hayatın en tatlı yanı olurdu…

Kamil Çakır: “Amerika’da Türk olduğun ilk ne zaman fark edildi ve nasıl bir tepki aldın? O an bir sitcom olsaydı bölüm adı ne olurdu?”

Oğuz Can Özcanlı: Berklee’de bir prodüksiyon dersindeydim. “Strings” kelimesini süper bir Türk aksanıyla söylediğimde hemen fark edilmişti.

O an bir sitcom bölümü olsaydı, kesinlikle Seinfeld  havasında olurdu. Bölümün adı da muhtemelen: “The Turkish Guy” olurdu.

Kamil Çakır: “İki ülkede de hiçbir yere ait hissetmediğin bir an oldu mu? O boşluğu nasıl doldurdun?”

Oğuz Can Özcanlı: Her iki ülkede de zaman zaman kendimi farklı hissettiğim anlar oluyor. Akdeniz’de doğup büyümüş olmak, gerçekten insanın hayata bakışını şekillendiriyor.

Bana kalırsa Türkiye, İtalya ve İspanya gibi ülkeler kültürel olarak birbirine çok benziyor. Hatta Türkiye, bazı yönleriyle Amerika kültürüne daha fazla adapte olmuş bile diyebilirim. Böyle “ait değilim” hissi geldiğinde, kendimi olduğum gibi kabul etmek ve farklı bir kültürden geldiğimi hatırlamak bana iyi geliyor.

Bir gün İtalyan bir arkadaşım, Christina Aguilera’nın müzik direktörü bana şöyle demişti: “Biz aslında aynıyız. İster İtalyan ol, ister Türk… Sen özel bir yerden geliyorsun ve bunun değerini bilmelisin.”

Kamil Çakır: “Bir sabah uyanıp tüm geçmişini unutsaydın, Amerika mı Türkiye mi sana yeniden kim olduğunu hatırlatırdı?”

Oğuz Can Özcanlı: Sanırım Türkiye hatırlatırdı. Küçükken Çeşme’de balık tuttuğum günler, denizle ve havayla bütünleştiğim o anlar… Çocukluk arkadaşlarımla sokakta oynadığım günler… Tüm geçmişimi unutsam bile, o kokular, sesler ve duygular bana kim olduğumu yeniden hatırlatırdı.

oguzozcanli.com

IMDb Profile

Showreel 2025

KORAY KASAP / Fotoğraf Sanatçısı

Kamil Çakır: “Amerika’daki hayatını bir Türk yemeğiyle, Türkiye’deki hayatını bir Amerikan yemeğiyle anlatsan, hangilerini seçerdin? Neden?”

Koray Kasap: Tabi ki lahmacun olurdu. Basit ama geleneksel… Amerikan yemeği burger olurdu. Çünkü heyecan verici bulurum.

Kamil Çakır: “Türkiye’de öğrendiğin ama Amerika’da seni ‘hayatta kalma uzmanına’ dönüştüren bir becerin ya da  alışkanlığın var mı?”

Koray Kasap: Sabır… Bende çok işe yaradı.

Kamil Çakır: “Amerika’ya ilk taşındığında seni en çok zorlayan ‘görünmez kural’ neydi? Şimdi dönüp bakınca, Türkiye’de hangi görünmez kurallar seni güldürüyor?”

Koray Kasap: Amerika’da görünen o kadar çok kural vardı çok canım sıkılmıştı… Türkiye’ de de hiç kural yok gibi hissettim buradan bakınca.

Kamil Çakır: “Amerika’da bir gün ansızın burnuna Türkiye’den tanıdık bir koku geldi. O anki hislerin neydi? Ne hatırladın?”

Koray Kasap: Sadece gülümsedim. Çok şey gözümün önünden geçmişti.

Kamil Çakır: “Kendine en çok ‘Ben artık buraya aitim galiba’ dediğin an neydi? Peki, hâlâ ‘Ama şu yanım Türkiye’de kaldı’ dediğin bir tarafın var mı?”

Koray Kasap: Kısa ve net bir cevabım var buna; Amerika’da aidiyet hissim hiç oluşmadı. Yani tamamım Türkiye’de hala diyebilirim. Anadolu benim vatanım.

Kamil Çakır: “Amerika’daki seni Türkiye’deki halinle karşılaştırsan, ona ne nasihat verirdin?”

Koray Kasap: Kendini Sanata ver ve doğada daha çok vakit geçir ve kendine daha çok vakit ayır.

Kamil Çakır: “Türkiye’de sıradan olan ama Amerika’da ‘devrim’ gibi hissettiren bir anı hatırlıyor musun?”

Koray Kasap: Hayır yok. En azından ben böyle algılıyorum.

Kamil Çakır: “Bugün Türkiye’de yaşasaydın hayatının hangi yönü daha zor olurdu? Hangi yönü daha tatlı olurdu?”

Koray Kasap: Deneyip görmem lazım bilemedim. Ezbere cevap vermek istemem. Türkiye’ye gelmeyeli 8, 9 sene oldu.

Kamil Çakır: “Amerika’da Türk olduğun ilk ne zaman fark edildi ve nasıl bir tepki aldın? O an bir sitcom olsaydı bölüm adı ne olurdu?”

Koray Kasap: Aslında genelde fark edilmedim. Üstüme başıma bakıp sen ne iş yapıyorsun demişlerdir. O an sitcom olsaydı kesinlikle Nomad olurdu.

Kamil Çakır: “İki ülkede de hiçbir yere ait hissetmediğin bir an oldu mu? O boşluğu nasıl doldurdun?”

Koray Kasap: Evet, tabi ki oldu. Ailem benim kalemdir. Beni, tamamlar. O boşluğu doldurmak için daha güzel bir şey düşünemiyorum.

Kamil Çakır: “Bir sabah uyanıp tüm geçmişini unutsaydın, Amerika mı Türkiye mi sana yeniden kim olduğunu hatırlatırdı?”

Koray Kasap: Hiç düşünmeden cevap verebilirim: Türkiye!

www.koraykasap.com.tr

@koraykasapofficial

AYCAN LEWIS / Sanatçı

Kamil Çakır: “Amerika’daki hayatını bir Türk yemeğiyle, Türkiye’deki hayatını bir Amerikan yemeğiyle anlatsan, hangilerini seçerdin? Neden?”

Aycan Lewis: Amerika’daki hayatımı bir mantı gibi anlatırdım. Çünkü dışarıdan bakınca küçük ve sade görünse de, içine baktığında emek, sabır ve yoğun bir tat barındırıyor. Buradaki hayatım da öyle; her şeyin arkasında çokça çaba ve içsel bir derinlik var.

Türkiye’deki hayatımı ise bir mac & cheese olarak düşünürdüm. Tanıdık, alışılmış ve dışarıdan sıcak görünen bir tat—ama aslında beni beslemeyen, içsel olarak doyurmadığı halde sürekli tabağımda olan bir şey gibiydi. Güvende değil, sadece alışkanlıklarla çevriliydim. O yüzden daha bilinmez ama gerçek bir tat için yola çıktım.

Kamil Çakır: “Türkiye’de öğrendiğin ama Amerika’da seni ‘hayatta kalma uzmanına’ dönüştüren bir becerin ya da alışkanlığın var mı?”

Aycan Lewis: Kesinlikle var: gözlem yapma becerisi. Türkiye’de kalabalık, hızlı ve kimi zaman karmaşık bir ortamda büyürken insanları, durumları ve enerjileri sezmek benim için doğal bir refleks haline gelmişti. Amerika’ya geldiğimde ise bu yetenek bir hayatta kalma aracına dönüştü. Yeni bir ülkede her şeyi sıfırdan inşa ederken, çevremi dikkatle okumak, nerede nasıl davranmam gerektiğini anlamak için en güçlü dayanağım oldu. Zamanla iç radarımın ne kadar keskin ve güvenilir olduğunu fark ettim. Ona duyduğum güven, beni hem profesyonel kararlarımda hem de kişisel yolculuğumda ileri taşıdı.

Kamil Çakır: “Amerika’ya ilk taşındığında seni en çok zorlayan ‘görünmez kural’ neydi? Şimdi dönüp bakınca, Türkiye’de hangi görünmez kurallar seni güldürüyor?”

Aycan Lewis: Amerika’ya ilk taşındığımda beni en çok zorlayan görünmez kural, herkesin kendi hayatına neredeyse dokunulmaz bir alan tanımasıydı. Yardım etmek istemek bile bazen yanlış anlaşılabiliyor. Birine içten bir şey söylemek, hatta bir bakışın bile fazla “kişisel” bulunabiliyor. Bu mesafe, başta beni çok yalnız hissettirdi. Türkiye’de insan ilişkileri daha iç içe; bazen fazla, bazen yorucu, ama bir şekilde sıcak. Buradaysa sınırlar kutsal ve duygular daha kontrollü. Bu yeni dengeyi kurmak zaman aldı ama şimdi o mesafeyi yönetebilmek bir tür özgürlük gibi geliyor.

Türkiye’ye döndüğümdeyse beni en çok güldüren görünmez kural, herkesin her şeyi bilmeye hakkı varmış gibi davranması. Ne zaman evleneceksin, kilo mu aldın, ne kadar kazanıyorsun gibi sorular, sanki hava durumu konuşuluyormuş gibi rahat soruluyor. Ya da sokakta biri sana rahatlıkla hayat dersi verebilir—hem de hiç tanımadan. Eskiden bunlar beni üzerdi, şimdi biraz tebessümle bakabiliyorum. Çünkü fark ediyorum ki, her iki ülkenin de görünmez kuralları aslında görünür hale geldiğinde seni kendine daha çok yaklaştırıyor.

Kamil Çakır: “Amerika’da bir gün ansızın burnuna Türkiye’den tanıdık bir koku geldi. O anki hislerin neydi? Ne hatırladın?”

Aycan Lewis: Bir gün New York’ta yürürken bir sokak köşesinden burnuma Türkiye’den tanıdık bir koku geldi, taze simit ve hafif kavrulmuş susam gibi bir şey. Öyle ani ve güçlüydü ki bir anda durdum, sanki zaman büküldü de kendimi Galata’da ya da Beşiktaş’ta yürürken buldum. Koku, sadece bir tada değil, bir ruh haline dokundu.

Birden kalabalığın içindeki tanıdık o karmaşa, hızlı adımlar, sokakların sesi, dilin melodisi gözümde canlandı. Kısacık bir anda geçmişin gölgesi bugünün içine sızdı. Özlemle karışık bir tanıdıklık hissi geldi—ne tam mutlu ne tam hüzünlü. Sadece derin, yoğun ve çok insanca bir şey.

Kamil Çakır: “Kendine en çok ‘Ben artık buraya aitim galiba’ dediğin an neydi? Peki, hâlâ ‘Ama şu yanım Türkiye’de kaldı’ dediğin bir tarafın var mı?”

Aycan Lewis: “Ben artık buraya aitim galiba” dediğim an, bir gün sokakta yürürken gökyüzüne bakıp “Bunu boyasam New York’a benzer” diye düşündüğümde oldu. Şehir artık ilham değil, tuvalimin bir parçasıydı. Yabancısı değil, ortağıydım. Ve garip ama gerçek—New York beni hem korudu hem sevdi. Sertti ama dürüsttü; bana yer açtı.

Ama hâlâ “şu yanım Türkiye’de kaldı” dediğim bir şey var: Paylaşma şeklim. Burada her şey bireyseldir. Oysa içimde hâlâ bir güzelliği hemen bir başkasına uzatma arzusu var. Bu yanım orada kaldı belki, ama buradaki üretimime ince ince sızıyor.

Kamil Çakır: “Amerika’daki seni Türkiye’deki halinle karşılaştırsan, ona ne nasihat verirdin?”

Aycan Lewis: Amerika’daki halim Türkiye’deki halimle karşılaşsa, bir Türk kahvesi söyler, karşısına oturur ve şöyle derdi: “Her şeyi kontrol etmek zorunda değilsin. Bazen bırak, bilme. Bilinmezlik korkutucu değil, yaratıcıdır. Ve lütfen—kendine daha nazik ol. Herkese gösterdiğin anlayışı kendine de göster. Çünkü en büyük rolünü henüz oynamadın. Prova gibi yaşama, bu sahne senin.”

Kamil Çakır: “Türkiye’de sıradan olan ama Amerika’da ‘devrim’ gibi hissettiren bir anı hatırlıyor musun?”

Aycan Lewis: Bir gün süpermarkette kasada sıradaydım, elimde sadece bir yoğurt var. Arkamdaki adam “Geç istersen, senin işin kısa sürer” dedi. Şok oldum. Türkiye’de olsa ben öne geçmeyi teklif ederim, o kişi “Yok yok, geç sen geç” der, sonra iki dakika kararsız bakışmalar olur. Buradaysa herkes kısa ve net. O an dedim ki: “Hmm… Burası fazla mantıklı ama fena değilmiş.”

Kamil Çakır: “Bugün Türkiye’de yaşasaydın hayatının hangi yönü daha zor olurdu? Hangi yönü daha tatlı olurdu?”

Aycan Lewis: En zorlanacağım şey özgür hissetmek olurdu. Her şeyin bir yorumu, her seçimin bir etiketi varmış gibi. Burada alıştığım ifade alanı orada daha dar olurdu, özellikle sanatta. Sürekli açıklama yapma ihtiyacı yorardı. Ama en tatlı yanı, detayların değer görmesi olurdu. Bir tabak yemeğe gösterilen özen, bir cümledeki imanın, bir bakışın alt metninin fark edilmesi… Türkiye’de hayatın ritmi bazen serttir ama o küçük incelikler, hayatı şiir gibi yaşatır.

Kamil Çakır: “Amerika’da Türk olduğun ilk ne zaman fark edildi ve nasıl bir tepki aldın? O an bir sitcom olsaydı bölüm adı ne olurdu?”

Aycan Lewis: İlk kez bir provada, repliği biraz melodik söylediğimde oldu. Yönetmen durdu, başını eğdi ve “That’s a unique rhythm… where are you from?” dedi. Gülümsedim, “Turkey.” Bir oyuncu gözlerini açarak “Aaa! O yüzden mi bu kadar dramatiksin?” dedi. Ben de kahkahayı bastım: “Yok, o tamamen kişisel.” Eğer o an bir sitcom olsaydı, bölümün adı kesinlikle “It’s Not the Culture, It’s Me” olurdu. Açılış sahnesi de yavaş dramatik bakışla başlayıp bir anda kahkahayla kesilirdi.

Kamil Çakır: “İki ülkede de hiçbir yere ait hissetmediğin bir an oldu mu? O boşluğu nasıl doldurdun?”

Aycan Lewis: Evet, oldu. Bazen Türkiye’de “fazla farklı,” Amerika’da “yeterince yerli değil” hissiyle sıkıştım. İki dilin arasında, iki kültürün kenarında duruyordum—ne tam orada, ne tam burada. O boşluk başta beni korkuttu. Ama sonra fark ettim ki, orası aslında bana ait bir alan. O arada, o kimliksiz gibi görünen yerde üretmeye başladım. Resim yaptım, yazdım, oynadım. O boşluğu bir sahneye çevirdim. Ve belki de en çok orada kendim oldum.

Kamil Çakır: “Bir sabah uyanıp tüm geçmişini unutsaydın, Amerika mı Türkiye mi sana yeniden kim olduğunu hatırlatırdı?”

Aycan Lewis: Bir sabah her şeyi unutsaydım, büyük ihtimalle New York bana kim olduğumu hatırlatırdı. Trafik gürültüsü, duvardaki bir resim, bir yabancının rastgele “I like your vibe” demesi… Bu şehir bana hep aynaya bakmadan kendimi hissettirdi. Türkiye bana geçmişimi anlatırdı belki, ama New York… İçimdeki sesi tekrar açardı. “Bak, sen burada bir şeyler yarattın. Bu kaosun içinde kendini buldun.” Ve o anda hatırlardım: Kimliğim, nerede doğduğum değil, nerede kendimi var ettiğimdi.

@thesoulofthemoon

www.thesoulofthemoon.com

YUSUF KAYI  / Moda Tasarımcısı

Kamil Çakır: “Amerika’daki hayatını bir Türk yemeğiyle, Türkiye’deki hayatını bir Amerikan yemeğiyle anlatsan, hangilerini seçerdin? Neden?”

Yusuf Kayı: Amerika’daki hayatım çiğ köfte gibi yoğruldukça güçlendim. Türkiye’deki hayatım hot dog gibi hızlı, eğlenceli, sokakta geçti.

Kamil Çakır: “Türkiye’de öğrendiğin ama Amerika’da seni ‘hayatta kalma uzmanına’ dönüştüren bir becerin ya da alışkanlığın var mı?”

Yusuf Kayı: Türkiye’de pazarlık yapmayı öğrendim, Amerika’da bu beceri beni hayatta kalma uzmanına çevirdi. Fiyat değil, değer konuşmayı; kapıdan çevrilince arka kapıyı bulmayı öğrendim. Sokakta büyüyen biri, her yerde yolunu bulur.

Kamil Çakır: “Amerika’ya ilk taşındığında seni en çok zorlayan ‘görünmez kural’ neydi? Şimdi dönüp bakınca, Türkiye’de hangi görünmez kurallar seni güldürüyor?”

Yusuf Kayı: Amerika’ya ilk geldiğimde en çok “kişisel alan” kuralı zorladı — biriyle göz göze gelmek bile bazen tehdit sayılıyordu. Selam vermek bile mesafeyle ölçülüyordu. Oysa Türkiye’de görünmez kural tam tersi: biriyle 5 dakika konuşsan hayat hikâyeni öğrenir. Market kasiyeriyle dertleşmek, taksiciyle siyaset tartışmak normaldir.

Şimdi dönüp bakınca, Türkiye’deki “misafir aç gelir, tok gider” kuralı beni güldürüyor. Amerika’da biri habersiz gelse, önce polis ararsın; Türkiye’de kapıdan içeri çekersin, üstüne yemek paketlersin. İki kültür de ayrı uçlarda — ama ikisi de birer hayatta kalma sanatı.

Kamil Çakır: “Amerika’da bir gün ansızın burnuna Türkiye’den tanıdık bir koku geldi. O anki hislerin neydi? Ne hatırladın?”

Yusuf Kayı: Bir gün New York sokaklarında yürürken okuldan aldığım simit kokusu geldi — sıcak susam, taş fırın… Bir anda zaman durdu. Gözümün önüne annemle sabah erkenden gittiğimiz fırın geldi, elinde gazete, yüzünde uykulu bir gülümseme. Kokudan çok, o anın duygusu çarptı beni: ait olmak. O koku sadece simit değildi; çocukluğumdu, evimdi, Türkiye’ydi.

Kamil Çakır: “Kendine en çok ‘Ben artık buraya aitim galiba’ dediğin an neydi? Peki, hâlâ ‘Ama şu yanım Türkiye’de kaldı’ dediğin bir tarafın var mı?”

Yusuf Kayı: Kendime en çok “Ben artık buraya aitim galiba” dediğim an, ilk defa yabancı bir şehirde tek başıma yönümü bulup, kendimle barıştığım zamandı. Ama hâlâ kalbimin bir yanı Türkiye’de, sevdiklerimin yanında, çocukluğumun sokaklarında yaşıyor. Orası benim köklerim, orası hep benim evim. İki dünya arasında yaşamak zor ama aynı zamanda zenginlik!

Kamil Çakır: “Amerika’daki seni Türkiye’deki halinle karşılaştırsan, ona ne nasihat verirdin?”

Yusuf Kayı: Amerika’daki halim, Türkiye’deki halime derdi ki: “Daha cesur ol, risk almaktan korkma. Hayallerini küçültme, sınırlarını zorla.”

Türkiye’deki halim de Amerika’dakine şöyle derdi: “Sabırlı ol, köklerini unutma. Nereden geldiğini hep hatırla, çünkü o seni güçlü kılar.”

Kamil Çakır: “Türkiye’de sıradan olan ama Amerika’da ‘devrim’ gibi hissettiren bir anı hatırlıyor musun?”

Yusuf Kayı: Evet, hatırlıyorum. Türkiye’de sıradan olan bisiklete binmek, Amerika’da bana özgürlük ve keşif hissi verdi. Bir parkta tek başıma pedal çevirmek, rüzgârı hissetmek, şehirden bağımsız olmak devrim gibiydi. O an anladım ki, küçük şeyler bazen en büyük değişimlerin kapısını açar.

Kamil Çakır: “Bugün Türkiye’de yaşasaydın hayatının hangi yönü daha zor olurdu? Hangi yönü daha tatlı olurdu?”

Yusuf Kayı: Bugün Türkiye’de yaşasaydım, hayatımın maddi yönü kesinlikle daha zor olurdu; ekonomik belirsizlik ve fırsat eksikliği büyük bir engel olurdu. Ama sosyal yaşamım ve aile bağlarım çok daha tatlı olurdu; sevgi, destek ve dayanışma hep yanımda olurdu. Zorluklarla dolu ama kalbi sıcak bir hayat olurdu.

Kamil Çakır: “Amerika’da Türk olduğun ilk ne zaman fark edildi ve nasıl bir tepki aldın? O an bir sitcom olsaydı bölüm adı ne olurdu?”

Yusuf Kayı: Amerika’ya çok az İngilizce konuşarak geldim. Türk olduğum ilk fark edildiğinde, kelimeleri bulmakta zorlandım ve aksanım hemen ortaya çıktı. İlk şaşkınlıkları kısa sürede meraka dönüştü, bir anda kültürümden, yemeklerimden ve evimden hikâyeler anlatmaya başladım. O an bir dizinin bölümü olsaydı adı “Çeviride Kaybolmak, Bağlantıda Bulunmak” olurdu — çünkü bazen az konuşmak, en derin bağların kapısını açar.

Kamil Çakır: “İki ülkede de hiçbir yere ait hissetmediğin bir an oldu mu? O boşluğu nasıl doldurdun?

Yusuf Kayı: Kolombiya’da 20 günlük harika bir Ayahuasca deneyiminden sonra, iki ülkede de ait olmadığım anlar oldu. Ayahuasca bana köklerimin ve ruhumun derinliklerini gösterdi; aidiyetin sadece fiziksel bir yer değil, içsel bir yolculuk olduğunu öğretti. O boşluğu, kendimle ve doğayla kurduğum bağla doldurdum; artık aitlik, kalbimde taşıdığım bir güç.

Kamil Çakır: “Bir sabah uyanıp tüm geçmişini unutsaydın, Amerika mı Türkiye mi sana yeniden kim olduğunu hatırlatırdı?”

Yusuf Kayı: Bir sabah uyanıp tüm geçmişimi unutsaydım, Türkiye bana yeniden kim olduğumu hatırlatırdı. Çünkü orada ruhumun izleri, ailemin sevgisi ve çocukluğumun sokakları var.

Amerika ise yeni benliğimi şekillendirdi ama köklerimi bulmam için Türkiye’ye ihtiyacım olurdu.

@yusufkayi

…. devamı için takipte kalın !

Kamil Çakır

Sanatçı – Tasarımcı

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!
Önceki İçerik

Share this article

Recent posts

spot_img

Popular categories

spot_img