Salı, Haziran 17, 2025

info@arttmodernmiami.com

Kuzeyin incisi, Lego Ülkesi Danimarka

-

|

Görmek istediğim ülkelerden biri olan Danimarka, diğer İskandinav ülkeleri gibi mutlu insanlar sıralamasında başlarda gelen bir ülke olduğu için ilgimi çekiyordu. Üç arkadaş olarak çıktığımız İnterrail tren gezimize oradan başlamayı tercih etmiştik. Ben Miami’den uçakla Kopenhag Havalimanı’na vardım. Kopenhag’da oteller çok pahalı olduğu için Malmö’de yani İsveç’te kalmayı tercih etmiştik. Pas biletlerimiz sayesinde trenler bize ekstra bir ücrete mal olmuyordu ve Danimarka’dan İsveç’e giderken o güzel Öresund köprüsünden geçmek bize her seferinde güzel bir keyif veriyordu. İki ülkeyi birleştiren dünyanın en büyük sınır ötesi köprüsü olan Öresund’dan hem kara araçları hem de trenler geçebiliyordu.

İlk gün uçaktan indikten sonra havalimanının altındaki tren istasyonuna yürüdüm ve buradan bindiğim trenle İsveç’e geçtim. İlk geceyi Malmö’de ki otelde geçirdim. Ertesi gün Kopenhag’a yine trenle ulaştık. Danimarka’nın başkenti ve dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olan Kopenhag’ı yürüyerek gezdik. Tren istasyonundan indikten sonra ilk gördüğümüz yer ünlü Tivoli bahçeleri oldu. Giriş için uzun bir sıra vardı. Lunaparkı ve konser alanları ile ünlü olan Tivoli bahçeleri Avrupa’nın en eski ve en büyük tema parklarından biri olduğu için talep çoktu. Radhusplasten meydanında ise fotoğraf çekip gezen turistlere katıldık. Danimarka özgürlükler ülkesi olduğu için sık sık protesto gösterilerine rastlayabilirsiniz. Bizde Helligands önünde protesto yapan Bangladeşli öğrencileri gördük. Bir sonraki durağımız ise bahçesinde gezip oturduğumuz Avrupa’nın en iyi üniversitelerinden biri olan Kopenhag üniversitesi idi. Danimarka’nın bu en eski üniversitesini gördükten sonra yürüyüşe devam edip yuvarlak kuleye ulaştık. Danca Rundetarn kulesi denilen bina 17yy da 4. Christian tarafından astronomi gözlemleri için yapılmıştı. Çıkışı ücretli ve biraz da kalabalık olduğu için yukarı çıkmak yerine karşısındaki kitapçıya gidip Trinitatis kilisesini ziyaret ettik. Daha sonra kanal boyunca yürüyüp gezi teknelerini izledik. Müze girişleri pahalı ve kalabalık olduğu için daha çok meydanlarda geziyor yapıları dışardan gezmeyi görmeyi tercih ediyorduk. Zamanımızda kısıtlı idi. Slotskirken kilisesini ise içerden gezdik. Ünlü Christiansborg sarayında gezerken Danimarka krallarının ne muhteşem bir hayat yaşadıklarına şahit olmuş olduk ve sarayın altındaki ilginç tarihi olayların sergilendiği müzeyi de gezdik. Kopenhag kalesi kalıntılarını görmek çok ilginç bir deneyim oldu. Kral 4. Christian’ın kızı Leonara Christina’nın Mavi Kule’deki 20 yıllık esaretini anlatan filmi izledik ve krallar ile yakınlarının hayat hikâyelerini okuyarak bilgi sahibi olduk. Hatta kendi aramızda küçük bir bilgi yarışması bile yaptık.

Christiansborg Sarayı, Kopenhag “Görkemli bir geçmişin izinde, Tarihi bir avluda özgürlüğü hissetmek.”

Christiansborg sarayı anayasal monarşi ile yönetilen Danimarka’da parlamentoya ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda kraliyet ailesinin davetlerinin yapıldığı salonlara sahiptir. Palace Chapel ise yine kraliyet aile üyelerinin dini ayin ve düğünlerinin yapıldığı bir kilise. Halkın ziyaretine açık olan Christiansborg sarayında parlamento, Anayasa mahkemesi ve Başbakanlık ofisi yer alıyor. Danimarka kraliyet ailesinin yaşadığı Amelienborg sarayı ise dört bölümden oluşuyor. . 9. Christian ve 8. Frederick bölümleri halka kapalı olup sadece 7. Christian ve 8. Christian bölümleri halka açık.

Saray ve çevresini gördükten sonra teknelerin rotası üzerinde nehir kenarından yürümeyi tercih ettik. Meydanda çok güzel heykeller gördük. Çift katlı otobüsler vardı.

Yürüyüş sırasında bir sürü hamile genç kadın görüp “Burada ne kadar çok doğuran var” esprisini yaptık. “ İsveç, Norveç ve Danimarka’da nüfus artışı için bir destek var galiba” diye konuştuk. Çok fazla sayıda küçük çocuklu aileler de görüyorduk ve sadece anneler değil babaların da birebir çocuklarla ilgilendiğini gördük. Danimarka’nın özellikle çocuk eğitimi konusunda çok gelişmiş bir ülke olduğuna bizzat şahit olduk. Zaten Danimarka’da nüfusun az olması nedeniyle nüfus artışına destekler olduğunu biliyorduk. Danimarka’da ebeveynler, toplamda 52 hafta izin hakkına sahip. Bu iznin ilk 14 haftası doğum sonrası anneye, ardından gelen 2 haftası ise babaya ayrılıyor. Kalan 32 hafta ise ebeveynler arasında paylaştırılabiliyor.

Bizde Christianborg Sarayı önünde fotoğraf çektiren bir sürü gelin ve damat görünce Avrupa’nın tekrar aile kurmanın önemini kavradığını ve bu konuda artışlar olduğunu konuştuk. Sahilde bir kısmı yanmış büyük bir binada inşaat vardı. Bu ünlü Borsen binası idi. 1619 yılında Kral 4. Christian tarafından yaptırılmaya başlayan bina içinde Borsa’nın yer aldığı önemli bir yapı. Piramit şeklindeki Sommen ar Borsem anıtında okuduklarımıza göre 16 Nisan 2024’te burada bir büyük yangın olmuş ve bina büyük oranda tahrip olmuştu. Tepesindeki ünlü Ejderha kulesi çöken Borsem binası büyük bir inşaatla tekrar yapılıyordu. Nehir kenarındaki lokantalar turist dolu idi. Temmuz ayı olduğu için hava güzeldi ve insanlar hep dışarıda idi. Daha sonra yine yürüyerek Kopenhag’ın en ünlü Mahallesi’ne geldik. Christianshav özellikle koruma altına, hippilerin yaşadığı, sanat yaptığı bir bölgeydi. Burada bulunan Tarnet tower’a da çıkış ücretli idi.

Christiania’ya ziyaretçiler, özgün atmosferi, sanat dolu sokakları ve canlı kültürel etkinlikleri deneyimlemek için gelir. Bu bölge, Kopenhag’ı ziyaret edenler için unutulmaz bir deneyim sunar.

Christiania özerk bir bölge olup kendi içinde bir devlet gibiydi. 1971 de Jacob Ludvigsen isimli bir gazetecinin yazdığı (ordunun yasak şehri) isimli makaleyle kuruluşunun ilk adımları atılmış 1989 da parlamento tarafından yasal kabul edilmişti. Grafittili duvarları, özel dükkân ve sergileri, evleri ve bahçeleri çok hoşumuza gitti. Danimarka’da güzel bir adet var. Özellikle restoran girişlerinde bedava bardak ve su koyuyorlar. Bu sayede su ihtiyacımızı da gideriyorduk. Burası turistlere açık bir turistik bölge olmakla birlikte yerel halk da evlerinde yaşıyordu. Dolayısıyla onların özel hayatlarını korumak amacıyla çocukların ve kadınların resimlerini çekmek yasaktı. Bizde bol bol bina resmi çektik. Fotoğraf çekilmesini istemedikleri yerlere ilanlar asmışlardı. Özel koruma altına alınan bölgede güvenlik sorunlarının önlenmesine çalışılıyordu. O kadar renkli ve değişik bir yerdi ki “photo ok” yazan yerlerde bol bol fotoğraf çektik.

Nyhavn, Kopenhag’ın en popüler turistik bölgelerinden biridir ve ziyaretçilere tarihi ve kültürel bir deneyim sunar.

Nyhavn’da olmak, Kopenhag’ın kalbinin atışını hissetmek demek.

Daha sonra Kopenhag deyince akla gelen ilk yer olan Nyhavn bölgesine ulaştık. Danimarka lisanında yeni liman anlamına gelen Nyhavn ticari gemilerin yanaştığı bir liman olarak 17yy’da inşa edilmişti. Renkli evleri lokantaları ve hediyelik satan dükkânları ile ünlü bu bölgede nehrin iki tarafından da görüntü çok güzeldi. 5. Christian zamanında inşa edilen Nyhavn’da dünyaca ünlü Danimarkalı masal yazarı Hans Cristian Andersen’in 18 yıl yaşadığı 67 numaralı evi de görebilirsiniz. Şu anda Andersen ile ilgili hediyelik eşyalar satan bir mağazanın olduğu binayı önündeki plaket sayesinde kolayca bulabilirsiniz. 2. Dünya savaşında ölen denizcilerin anısına 1951 yılında konulan dev Çapa anıtının yanında ise her yıl 5 Mayısta anma töreni yapılıyor.

Sahilde biraz oturup sokak müzisyenlerini dinledikten sonra yürüyüşe devam ettik. Restoranlar tıklım tıklım doluydu. Tekne turları için de insanlar kuyruk yapmıştı. Pişmiş balık kokusu da iştahımızı açtı. Daha sonra yürüyerek Kongens Have’ye vardık. Kralın bahçesi anlamına gelen bu yemyeşil yerde huzur bulduk. Saat ilerlediği için Rosenberg Castle ziyarete kapanmıştı ama dışarıdan bol bol fotoğrafını çektik. Rönesans stili inşa edilen ilk yapıldığı zaman kraliyet ailesinin oturduğu şu anda müze olarak kullanılan kalenin önündeki derede dev gibi balıklar vardı. Bahçede çok güzeldi. Giderseniz görmenizi tavsiye ederim. Bütün gün yürümekten yorulmuştuk. Yemek molası da vermediğimiz için karnımız acıkmıştı. Yiyecek alacağımız minik pazarı bulamadık. Torvehallerne yiyecek pazarına da geç kaldık. Yiyecek satan yerler kapanmıştı. Maalesef İskandinav ülkelerinde dükkânların erken kapanması yüzünden ileride de sıkıntı yaşayacaktık. Ne alacaksanız akşam altıya kadar almanız lazım hava geç karardığı halde dükkânlar erken kapatıyorlar. Neyse ki kapatmak üzere olan bir fırıncı halimize acıdı ve bize ücretsiz ekmek verdi. O ekmekleri kuru kuru yedik ama hayatımın en lezzetli ekmeği idi diyebilirim. Buda bize güzel bir Danimarka hatırası oldu. Saat 10’u geçtiği halde hava kararmamıştı. İskandinavya da yazın gerçekleşen beyaz gecelere de böylece şahit olduk. İstasyona giderken köprüde müzik yapan müzisyenleri gördük. Trenle İsveç’e geçtik. Ertesi gün sabah Malmö’yü gezip öğleden sonra tekrar trene bindik ve yine bir Danimarka kasabası olan Helsingør’e ulaştık.

Danimarka’nın Helsingør şehrinde bulunan Kronborg Sarayı, William Shakespeare’in Hamlet oyununa ilham kaynağı olmuştur.

Elsinore de denilen bu şirin sahil kasabası Shakespeare’in Hamlet oyununun geçtiği ünlü Kronborg kalesine ev sahipliği yapıyor. İstasyondan kaleye yürürken sağ tarafımızda marina ve İsveç’e giden teknelerin kalktığı liman vardı. 2000 yılında UNESCO Dünya mirası listesine kabul edilen Kronborg kalesi Zealand adasının en kuzey doğu ucunda yer alıyordu. Bir köprüden geçerek girdiğimiz kalede Hamlet oyununun afişleri ile karşılaştık. Shakespeare’in ünlü oyunu Hamlet yüzlerce kez sergilenmiş filmleri yapılmış olsa da oyunu burada seyretmenin özel bir anlamı vardı. Çünkü Danimarka prensi Hamlet’ in trajedisinde olaylar burada yani Kronborg kalesinde geçiyordu. O nedenle bu kaleyi görmek bizim içinde güzel bir anı oldu. Helsingør’e gelince görmenizi tavsiye edeceğim yerler arasında Danimarka denizcilik müzesi ve kültürel etkinliklerin olduğu Kulturhavn da var. Marina ve Çarşı’dan sonra bahçeli ve şirin evlerin arasında dolaşmaya başladık. Bu evlerden bir tanesi ilgimizi çekti. Dış duvarında bir kız ve erkek çocuğun resmi vardı. Biz ilgi ile duvara bakarken genç bir adam dışarı çıkıp İngilizce olarak (isterseniz içeriyi de görebilirsiniz) dedi. Bahçede yetişkinler bir şeyler içip konuşuyor, çocuklar oyun oynuyordu. Merak edip içeri girdik. Bizi bahçenin hemen yanındaki küçük bir odada ağırladı ve içecekler getirdi. İsminin David olduğunu söyleyen aslen Litvanyalı olan genç adam, küçük kızı ve oğluyla bize evi gezdirdi. Hayatımda gördüğüm en ilginç evlerden birisiydi. Zaten David’de Danimarka televizyonunda bu evle ilgili haberi görünce “burayı almam gerekir” diye düşünüp hemen teşebbüse geçmişti. 1861 de yapılan bu evi ilginç tasarımları ile bir masal evine dönüştüren kişi vefat ettikten sonra mirasçıları evi satmıştı. Hayatını hep bu evde geçirmiş yarı dahi yarı deli bu adam kimsenin tahmin edemeyeceği gizli dolaplar, dehlizler, değişik tasarımlar yapmıştı. Eski ev sahibinden bahseden ve ilginç dizaynların hepsini bize göstererek anlatan David bu evde severek oturduğunu ve eviyle gurur duyduğunu belli ediyordu, ona Danimarka ile ilgili sorular da sorduk. Vergilerin yüksek olduğunu çocuk için özel bir yardım yapılmadığı için yeni çocuk yapmayı düşünmediğini ama eğitimin iyi olduğunu söyledi. Böylece dünyanın bir köşesinde bir arkadaşımız daha olmuştu. Bahçede onları ziyarete gelen diğer yetişkin ve çocuklarla beraber fotoğraflar çekildik.

David ve ailesi bizi çok güzel ağırladılar. David’in Helsingor’deki evi, sadece bir yer değil, aynı zamanda biriken anıların ve paylaşılan hikâyelerin mekânı…

Onlarla vedalaştıktan sonra arkamızdan Türkçe şarkı çalıp dans ederek uğurlamaları ise bizi çok duygulandırdı. Ne kadar cana yakın ve misafirperver olduklarını görünce çok etkilenmiştim. İleride bir çay bahçesinden müzik sesi geliyordu. Orada oturarak müzik dinledik. Müzisyenler Tivoli bahçelerinde afişini gördüğüm Monotouch grubu idi. Sankt Olai ( St Olaf’s) kilisesinin Gotik mimarisine ise hayran kaldık. Saat henüz çok geç değildi ama dükkânlar ve lokantalar kapanmaya başlamıştı. Bir Türk dönerci bulduk. Antalya’dan geçici olarak çalışmaya gelmiş genç bir öğrenci olan Bora ile sohbet ettik. Bize başka Türk restoranları da olduğunu söyledi. Bu kadar küçük bir kasabada bu kadar çok Türk restoranı olması ilgimizi çekti. Sonra trenle Malmö‘ye dönerek Danimarka‘daki iki günlük gezimizi tamamlamış olduk.

Demokrasi ve özgürlükler ülkesi Danimarka’ya Kuzeyin incisi denmesinin sebepleri var. Sadece doğal güzellikleri için değil yaşam standartlarının yüksek olması, insana verilen önem nedeni ile bu unvanı hak ediyor. Danimarka bu kadar modern ve gelişmiş bir ülke olmakla birlikte anayasal monarşi ile yönetiliyor. Ülkede 52 yıl hüküm süren Kraliçe II. Margrethe yerini 14 Ocak 2024 tarihinde oğlu Frederick X’e bıraktı. Kraliçe Mary ile evli olan kralın veliaht prens Christian dâhil olmak üzere 4 çocuğu var. Avustralya asıllı olan Eşi Mary ise kralın yurt dışında olduğu zaman onun vekili olarak ülkeyi yönetiyor. Resmi adı Danimarka krallığı olan ülkede her 4 yılda bir genel seçimler yapılıyor. Halkın seçtiği başbakan, hükümet ve Senato bulunuyor. Resmi dili olan Danca lisanının yanında İngilizcede yaygın olarak konuşuluyor. Schengen bölgesinde olmasına rağmen Euro kullanılmıyor. Para birimi Danimarka Kronu olup 1 dolar 6,5 DKK civarında.

NATO ve Birleşmiş milletlerin kurucu üyelerinden olan Danimarka’da vatandaş olmak diğer ülkelere göre daha uzun sürüyor. Geçici oturma izninden sonra sekiz yıl beklemeniz gerekiyor.

Faroe adaları ve Grönland’da dâhil olmak üzeri irili ufaklı 1400 adadan oluşan Danimarka denizcilikte ileri gitmiştir. 6 milyon nüfusun yüzde 40’ı Zealand odasında yaşar. Birinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmış olan Danimarka ikinci Dünya Savaşı’nda ise Almanya tarafından işgal edilmiştir. Bu daha çok barışçı bir işgal olup Danimarka Almanya’dan siyasi bağımsızlığını koruma garantisi almıştır

Ünlü Lego oyunu ilk kez Danimarka’da bulunmuş ve dünyaya yayılmıştır. Danimarka lisanındaki Leg Godt (iyi oyna) kelimelerinden türetilen Lego için kurulmuş Legoland Billund isimli bir tema parkı bulunmaktadır.

Danimarka aynı zamanda bisiklet cenneti bir ülkedir. Her yerde bol bol bisiklet yollarına rastlarsınız.

Hans Cristian Andersen, Küçük denizkızı heykeli, Viking Kültür ve tarihinden miras kalan müzeler ve mimari tasarımları ile ünlü olan ülkede Hygge kültürü de çok özel bir yer tutar.

Danimarkalıların sıcak huzurlu ve samimi yaşam tarzını anlatan Hygee belki de mutlu insanlar sıralamasında dünyada hep ilk üçe girme sebeplerinden biridir. Hygge manifestosuna göre mutluluk veren on temel madde atmosfer, mevcudiyet, haz, eşitlik, minnettarlık, rahatlık, birliktelik, uyum, ateşkes ve barınak olarak sıralanabilir. Vikingler’in de inandığı bu on ideal mutlu bir hayat yaşamak için temel niteliklerdir. Bu felsefeye göre beraber ortak bir şeyler yapmak, gidip yeni şeyler satın almaktan daha mutlu eder.

Danimarka‘yı gezmek isterseniz yaz aylarını tavsiye ederim. Kış ayları soğuk olur. Biz yazın gittiğimiz halde akşamları serin oluyordu.

Danimarka’nın en ünlü yemeği olan Smørrebrød’u da denemelisiniz. Genellikle siyah ekmek üzerine balık, et, peynir, sebze ve baharatlarla yapılan açık sandviç olan Smørrebrød, geleneksel bir atıştırmalıktır. Hediyelik olarak elektronik aletler, kehribar, royal Copenhagen porselenleri, Danimarka kekleri ve tabii çeşit çeşit Legolar önerebilirim.

Güvenli ve mutlu insanlar ülkesi Kuzeyin incisi Danimarka’yı görünce insana ve tüm canlılara duyulan saygı ve sevgi insanı çok etkiliyor. Sadece bu bile Danimarka’ya seyahat etmek istemeniz için yeterli sebep olabilir.

Gezgin arkadaşınız,

Canan

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!

Share this article

Recent posts

spot_img

Popular categories

spot_img