
Sevgili Arttmodernmiami okurları…
Sevgili Hassas Ruhlar! İşte geldim…
Ne acayip bir dönem geçiriyoruz. Olaylar, olaylar… Artık bu hız başımızı döndürüyor. Bu ay bir devam yazısı ile yine beraberiz. Dünya sarsılmaya devam ederken, hayatta kalmayı başaranların ruhu hafifletme formüllerini sizlerle paylaşmayı sürdürüyorum.
Geçtiğimiz ay yayınlanan ilkyazım beklediğimin çok ötesinde ilgi gördü, birçok mesaj aldım. Şimdi ise sırada ikinci bölüm var.
Sanat ve kültür dünyasından ilham verici isimlerin katılımıyla hazırladığım bu yazı serisi; tüm dünyada aynı anda patlak veren baskıcı, antidemokratik rejimlerden doğan protesto dalgaları, eylemler ve ülkelerde yaşanan olağanüstü gelişmelerin gölgesinde şekillendi. Ve bir anda insanlık olarak, pek de alışık olmadığımız duygu durumlarının içinde bulduk kendimizi.
Otoritenin ve baskıcı yönetimlerin giderek daha da görünür hale geldiği bu günlerde, er ya da geç “hak”, “hukuk”, “adalet” ve “özgürlük” gibi kavramlar yeniden anlam kazanacak. Çünkü bu kazanımlar, tüm insanlık adına kaybedilemeyecek kadar kıymetli.
İşte tam da bu zamanlarda, herkesin kendine ait bir eylem planı, bir tutunma biçimi var. Zorlayıcı koşullar karşısında güçlü ve sağlam kalabilmek için kendi formüllerimize daha sıkı sarılmamız gereken bir dönemdeyiz.
Şimdi siz diyeceksiniz ki: “Herkese bu soruyu soruyorsun, peki bu soru sana sorulsaydı ne cevap verirdin?”
Açık konuşayım: Aralık 2024’ün son günlerinde kendi içime dönüp bazı kararlar aldım. Dış dünyayla olan bağımı koparmadan, iç dünyamla yeniden tanışmak, hayat yolculuğum için bir rota çizmek istedim. Kendimi yeniden inşa etmeye dair bir süreçti bu.
Somut örnekler vermem gerekirse:
Ciddi bir spor ve beslenme düzenine geçtim. İşimle ilgili olarak dijital medya eğitim kampına katıldım; değişen dünyaya ve sosyal medya dinamiklerine ayak uydurmak istedim. Ayrıca uzun zamandır ilgimi çeken kadim Çin tıbbına dayanan Qigong pratikleriyle tanıştım, bu konuda eğitim almaya başladım ve bu öğretiyi hayatımın içine konumlandırmak adına bir süredir ciddi bir disiplin içindeyim.
Bu süreç hâlâ devam ediyor. Bazıları tamamlandı, bazıları ise yol alıyor. Ancak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki: Tüm bunlar sayesinde hem fiziksel hem de zihinsel olarak daha güçlü hissetmeye başladım. Zaman daha akışkan, yaşam daha çekilebilir hale geldi. En önemlisi, artık zihnimi ben yönetiyorum, onun beni sürüklemesine izin vermiyorum.
Tahammül eşiğimizin düştüğü, daha az insanla yol yürümeyi seçtiğimiz bu çağda; aile, dostluk, hobilerimiz, işimiz, küçük rutinler ve kendimize ait formüller gerçekten kurtarıcı rol üstleniyor.
Benden söylemesi…
Hadi şimdi de bu ayın katılımcıları ile sizi baş başa bırakıyorum. Umarım siz de kendinizden bir şeyler bulursunuz…
Geçen ayki yazımı okuyanlar hatırlayacaktır. Her katılımcı arkadaşıma aynı soruyu sormuştum:
Yaşadığımız bu zorlayıcı dünya düzeniyle ve tüm bu olup bitenle nasıl başa çıkıyorsun?
Senin bu süreçte uyguladığın bir formül ya da bir yöntem var mı?

AYŞE TOLGA / YAZAR – TEZAHÜR KOÇU – OYUNCU
Kamil Çakır: Yılar önce ortak bir dostumuz vasıtası ile tanışmamız, Cihangir’de ilk dükkânın Aisha’yı açman ve bugüne kadar gelen başarılı ve iyi yönetilmiş bir kariyer. Valla bravo, şapka çıkarıyorum Ayşe. Yıllar ne çabuk geçiyor. Ayşe ’cim nasılsın?
Ayşe Tolga: Evet ya yıllar çabuk geçti Kamil, ama biz birbirimizden geçmedik. Teşekkür ederim, iyiyim. İyi olmaya çalışıyorum. Zor zamanlardayız. Ve içinde bulunduğumuz bu zamanlara ait ruh hali için şunları söyleyebilirim:
Hepimiz modern hayatın hızına kapılıp giderken, bedenimizi ve zihnimizi nasıl dengelediğimiz, nasıl güçlendirdiğimiz her zamankinden daha önemli hale geliyor. Bir iyi yaşam uzmanı olarak, kendi yaşam kalitemi en üst seviyede tutmak için bütünsel bir denge sağlamaya odaklanıyorum ve bu dengeyi sürdürebilir hale getirmek için bilinçli tercihler yapıyorum.
Kamil Çakır: Yaşadığımız bu zorlayıcı dünya düzeniyle ve tüm bu olup bitenle nasıl başa çıkıyorsun? Senin bu süreçte uyguladığın bir formül ya da bir yöntem var mı?
Ayşe Tolga: Öncelikle, iyi beslenmenin gücüne inanıyorum. Bedenime ihtiyacı olan doğru besinleri vererek hem fiziksel hem de zihinsel enerjimi koruyorum. Bunun yanında nefes çalışmaları, sinir sistemimi dengelemeye ve zihinsel netliğimi artırmaya yardımcı oluyor.
Egzersiz, benim için vazgeçilmez. Vücudun biyolojik sistemleri üzerindeki olumlu etkisini bildiğim için sporu hayatımdan hiç çıkarmadım. Ağırlık antrenmanlarıyla kaslarımı güçlendirirken, doğa içinde hareket etmeye de büyük önem veriyorum. Orman yürüyüşleri yapmak, topraklanmak ve doğayla gerçek bir bağ kurmak, stres seviyelerini düşürmek ve bağışıklık sistemini güçlendirmek için harika bir araç. Çıplak ayakla toprağa basmak, vücudun elektromanyetik yükünü dengeleyerek sakinleşmemizi sağlıyor.
Ayrıca, insanlarla çalışırken onların da ruhsal ve zihinsel sağlıklarını desteklemek için somatik egzersizleri öneriyorum. Beden farkındalığını artırarak, duygusal regülasyonu sağlamak ve stresle başa çıkmak için oldukça etkili bir yöntem.
Doğayla olan bağlantımızı kaybetmek, ruh ve beden sağlığımızı doğrudan etkiliyor. O yüzden ben sadece spor salonlarında değil, açık havada, doğanın içinde, ağaçların ve toprağın enerjisini hissederek hareket etmeyi tercih ediyorum. Doğa, bizim en büyük şifamız ve buraya ne kadar dönersek, o kadar dengeleniyoruz.
Güçlü bir beden, sakin bir zihin ve doğayla iç içe bir ruh…
Tüm olup bitene karşı benim formülüm bu!

BULUT REYHANOĞLU / FİLM – BELGESEL YAPIMCISI
Kamil Çakır: Hayatta tanıdığım en mütevazı ve sayısız tecrübe, uğraşı ve dinamik bir hayatın tam karşılığı sevgili Bulut! Nasılsın, her şey yolunda mı? İçinde bulunduğun durum ve ruh halin hakkında neler söylersin?
Bulut Reyhanoğlu: Selam Kamil… İyiyim. İyi olmak için sürekli bir mücadele içindeyim.
İnsanlık olarak büyük bir dönüşüm sürecinin içindeyiz ve bunun yükünü hepimiz farklı şekillerde taşıyoruz. Krizler bizi hem bireysel hem de kolektif anlamda test ediyor.
Ben; inişli çıkışlı ama temelde motive hissediyorum. Zorluklar bazen yorucu olabiliyor ama çalıştıkça ve somut çözümler ürettikçe güçlendiğimi hissediyorum. Özellikle sosyal sorumluluk projeleriyle uğraşmak bana büyük bir anlam katıyor. İşin içinde aktif olmak, birilerine fayda sağlamak, bazen küçük bile olsa bir şeyleri değiştirebilmek motivasyonumu diri tutuyor.
Kamil Çakır: Peki, bu kaosun hâkim olduğu dünya düzeniyle ve tüm bu olup bitenle nasıl başa çıkıyorsun? Senin bu süreçte okuyucularımızla paylaşabileceğin ve senin uyguladığın bir formül ya da bir yöntem var mı?
Bulut Reyhanoğlu: Odaklanma ve denge benim için önemli. Günlük rutinlerime sadık kalmaya, işime odaklanmaya ve boşluk hissettiğimde doğaya çıkmaya özen gösteriyorum. Spor, yürüyüş ve insanlarla birebir temas halinde olmak da dengeyi korumama yardımcı oluyor. Dış dünyadaki kaosa kapılmadan, iç dünyamı sağlam tutmaya çalışıyorum diyebilirim.
Zorluklarla başa çıkma konusunda ise yaşadıklarımın beni bir sonraki süreç için hazırladığını düşünüyor ve umut etmeyi bırakmıyorum.
Beni motive eden şeylerden bahsetmek gerekirse; özellikle sosyal sorumluluk projeleri ve somut çözümler üretmek beni en çok harekete geçiren şeyler gibi görünüyor. Deprem bölgesi ve evsizler gibi konulara ilgi duyuyor, insanların hayatına dokunabildiğimde daha anlamlı hissediyorum. Bu konuda girişimlerim ve sürekli bir çabam var.

EBRU CEYLAN / RESSAM – SANAT EKONOMİSTİ
Kamil Çakır: Geçmişten gelen tanışık olma hali ile seninle bu projede olmak çok güzel. Ebrucum nasılsın?
Ebru Ceylan: Selam Kamil, iyiyim sen nasılsın? Eski bir dost olarak seninle tekrar buluşmak güzel. İşte, bu bile şu ara iyi hissetmeme sebep. Bazı günler çok iyi, bazı günler ise kayıtsız bir “idare eder” arasında gidip geliyorum. Ortalaması sanırım “daha iyi olabilirim” in cevabı.
Kamil Çakır: Ebru sen sanatın içindesin. Bu durum, ruh halini ve işini nasıl etkiliyor?
Ebru Ceylan: Esasen bu soruyu her gün kendime soruyorum ve etkilenmemesi için uğraşıyorum. Ben ve birçok sanatçı arkadaşım, bu duygu durumuyla sürekli bir savaş hâlindeyiz. Tabii ki profesyoneller olarak odaklanma kasımız güçlü ve işlerimizi büyük bir incelikle gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Sanatçının içindeki marazlar, zaten sorgulamadan yaşadığı acılar ve ifade edemediği hisler bir araya geldiğinde, dünya onun için bir kafese dönüşebiliyor—en azından benim için öyle.
Fakat birkaç yıldır, belki yaşın etkisiyle, belki de toplumların değişen etik ve kültür algısıyla, bu durum biraz daha zorlayıcı hâle geldi. Her gün kendimi sırtımı sıvazlayarak kaldırıyorum ve çokça şu soruyu sorarken buluyorum: “Neye yarar ki? Ne önemi var ki?” Önceden bu soruyu hiç sormazdım. Aileme, arkadaşlarıma, iş ortaklarıma sığınıyorum. Dağıldığımda onlar beni toparlıyorlar.
Kamil Çakır: Gelelim esas sorumuza… Yaşadığımız bu zorlayıcı dünya düzeniyle ve tüm bu olup bitenle nasıl başa çıkıyorsun?Bu süreçte uyguladığın bir formül ya da yöntem var mı?
Ebru Ceylan: İzole bir hayat… Doğru bilgiye ulaşmaya çalışıyorum ama gerginlik yaratacak herhangi bir şeyin içinde bulunmamaya özen gösteriyorum. Şiddet unsuru içeren hiçbir şeyi elimden geldiğince görmemeye, okumamaya ve destekleyici paylaşımda bulunmamaya gayret ediyorum. Burada tepki gösterilmesi gereken yerde kaçınmayı kastetmiyorum.
İlişkilerimi daha güvenli alanlara çektim. Tabii bunu tek başına, bir formülle yapmak zor… Şanslıyım ki ailem ve arkadaşlarım bana özel hayatımda çok destekleyici davranıyor. İş tarafında ise hem yatırımcım hem de dostum olan Ulaş Mollaoğlu’nun, var olan düzende işimi yapabilmem için verdiği destek, beni biraz da olsa ayakta tutuyor.
En büyük sınav sabır! Çünkü kültür-sanat alanındaki işler, son derece sabır isteyen ve hızlı ilerlemeyen süreçler. Bu noktada kendimi stabil tutarak odağımı kaybetmemeye ve yaptığım işi en iyi haliyle yapmaya çalışıyorum. Zaten başka türlüsünü bilmiyorum.
Bildiğin gibi ben nörosanat çalışıyorum aynı zamanda alan olarak. Güleceksin ama çokça ölçümler yapıyorum kendimle ilgili ne hissediyorum, neye uyarılıyorum diye. Mümkün olduğunca kendimi pozitif bir duyguda tutup havlu atmama gayreti içindeyim. Bir kaç zamandır şunu yapmaya başladım mesela ve bana iyi geliyor. Sevdiğim sanatçı arkadaşlarımın işlerini paylaşmaya başladım. Bundan ne olacak diyebilirsin ama artık sürekli sosyal medyada gergin negatif içerikler görmekten bunaldım. Evet, zorlu bir dünyada yaşıyoruz ama sürekli buna işitsel, görsel olarak da şahit olduğumuzda ve etrafımız bunla kaplandığında git gide düşen bir ruh haline de giriyor insan. En azından birbirimize iyi duygular uyandıracak iyi şeyler de var dedirtecek bir yaklaşım benim için bu. Sadece kendi alanına odaklanmadan bütünsel bir iyi hissetme çabası. Meditasyon gibi geliyor iyi şeyler dinlemek, okumak ve görmek. Çünkü kötü şeyler yaşanırken mutluluğu gizleme sanatsal işleri gösterme utancını çokça yaşıyoruz ki bence belki de en çok böyle süreçlerde ihtiyacımız var. Hatırlamak için.

HAKAN HELVACIOĞLU / İÇ MİMAR – TASARIMCI
Kamil Çakır: Yıllar, yıllar öncesinden bitmeyen sevgi, saygı ve dostluk. Ortak dostluklar, ortak mekânlar ve ortak buluşma noktalarımız – zevklerimiz ve yaşam stillerimiz üzerine inşa edilmiş bir arkadaşlık. Canım Hakan nasılsın?
Hakan Helvacıoğlu: Merhaba diyeyim öncelikle, alışkanlık gereği de “ -iyiyim” demek istiyorum ancak hiç bir dönemde bunu suçluluk hissederek söylememiştim. Gerçekte iyi miyiz? İyi olmanın tanımı da “iyi insan olmanın tanımı” gibi içi boşalmış bir kalıp olarak gelmiyor mu size de? Her türlü olumsuzluğa neden ol, neredeyse 5 günahı da işle ama “-özünde iyi insan “ densin senin için… Bu kadar sığ ve seviyesiz olmamıştı insanlık.
Hırslar, daralan yaşam hakları içerisinde ayağa kalkma, hayatta kalma güdüsü mü bilmiyorum bu kadar kötü hale getiren yoksa açgözlülük her devirde varken çoğunluğun ahlakı ve vicdanı yitirmesiyle mi kaybettik insanlığımızı?
Kamil Çakır: Valla haklısın Hakan. Peki, bu durum, ruh hali işini nasıl etkiliyor?
Hakan Helvacıoğlu: Globalde olan biten her şeyin bizi etkilediği bir algı döneminde yaşarken yakın çevremizdeki negatiften korunmak için kendimi çalışmaya, üretmeye, yaratmaya adayarak bir nevi oyalanma, iyi hissetme zorunluluğunda hissettim. Şanslı olduğumuzun farkında olarak yeteneklerimin olmasına, bunlarla var olabilmeye, kariyerimin bunların sayesinde var olmuş olmasına ve de hayatımı bu şekilde kazanabilmeye şükrettim. Şanslı azınlıkta olduğumun farkındayım… Ancak geleceğimin garanti altında olduğunu düşünebiliyor muyum? Kariyer planından vazgeçtim, ilerlemeyi, imkânlarımı yükseltmeyi ve belki de aynı seviyede tutabilmeyi becerebilecek miyim endişesi hepimizde var şu an.
Durum böyleyken, bu ruh haline saplanıp kalmanın bizi bir yere götürmeyeceği aşikâr. Kendimizi her anlamda İYİ tutmak, iyi insan olmak için direnmek! İyiyi düşünmek, iyiyi üretmek, iyinin doğru olduğunu unutmamak! Bunu etrafa iyilik olarak yaymak, varlığınla iyiliği hissettirmek ve belki de hatırlatmak elimizden gelen en kolay ve anlaşılabilir tavır değil mi? Direndikçe, yalnız olmadığımızı anlayacağız, yan yana geldikçe ben değil BİZ olacağız. Çoğalacağız. O zaman paylaşmanın da destek olmanın da gücünü hatırlayacağız, göreceğiz, etkilerini anlayacağız. Vazgeçmemek en önemlisi! İyi-Kötü dengesinin amacı da harekete geçirmek değil mi zaten? Biri olmadan diğerinin değerini anlayamayız.
Kamil Çakır: Hakan, yaşadığımız bu zorlayıcı dünya düzeniyle ve tüm bu olup bitenle nasıl başa çıkıyorsun? Bu süreçte uyguladığın bir formül ya da yöntem var mı?
Hakan Helvacıoğlu: Hayatlara dokunmak, imkânlarımız dâhilinde tevazu ile paylaşmak ruhumuza da iyi geliyor. Bir öğrenciye destek olmak, eksiğini tamamlamak veya bilgiyi tecrübeyi paylaşmak, yol göstermek, umut vermek.
Bir meslektaşının önünü açmak, hayatını kolaylaştırmak..
Eğitimin yetersizliğini vurgularken, meslek liseleri ile üniversite öğrencilerinin birlikte ders görmesini, birbirlerinin imkân ve yöntemlerini deneyimlemelerini sağlarken aslında toplumsal anlamda ilişkilerini onarmak, uzlaştırmak.
Yaşlılara daha ulaşılabilir ve konforlu yaşayabilecekleri alanlar oluşturmak, buna fon yaratmak.
Sosyal grup ve STK’ların destek ve birleşimleriyle projeler yaratıp, efektif çözümler üretip, kendi yaralarımızı, açıklarımızı sarmak.
Sokak çocuklarına başka bir hayatın mümkün olduğunu gösterip, kanıtlamak, hayata kazandırmak..
Sokak canlarımızın daha vicdani ( insani diyemiyorum ) yöntemlerle rehabilite edilmeleri, sevgi ve şefkat ile kalan kısacık ömürlerinin garantiye alınması, kısırlaştırma ile zaman içerisinde kontrol altına alınmaları…
Kadınların ve çocukların korunmaları için önlem almak, direnç oluşturmak her ne kadar bizim coğrafyamıza ait görünse de globalde de büyük sorun. Aile içi şiddet ve istismar, hatta kaybolan binlerce çocuk…
Toplumsal bilinci diri tutmak ve STK’lar İNSAN kalabilmemizi için en büyük çözüm bence…

ABAY ALPEREN KAPLAN / QİGONG AKADEMİ KURUCUSU – EĞİTMEN
Kamil Çakır: Hayatıma yeni yıl ile birlikte bir değişim için çıktığım yolda son dönemde merak saldığım kadim Çin Tıbbına dayanan Qigong ile birlikte yollarımız kesişti. Sevgili hocam, nasılsınız?
Abay Alperen Kaplan: Sorduğun için teşekkür ederim; genel olarak iyiyim, ya da iyi olmaya ve umudumu korumaya gayret ediyorum demek daha doğru olur.
Kamil Çakır: Böyle bir cevap almışken şunu da sormak isterim. İçinde bulunduğumuz ruh hali işinizi, sizi nasıl etkiliyor?
Abay Alperen Kaplan: Tüm dünyada hızla değişen ve dönüşen yaşam koşulları ve belirsizlikler, yaşamda değer verdiği birileri veya bir şeyleri olan herkes gibi beni de etkiliyor ve endişelendiriyor tabi ki.
Kamil Çakır: Peki Abay, yaşadığımız bu zorlayıcı dünya düzeniyle ve tüm bu olup bitenle nasıl başa çıkıyorsun? ArtTmodernmiami okurları eminim çok merak edecektir: Hayatının odak noktasına Qigong’u yerleştirmiş bir kişinin bu süreçte uyguladığı bir formül ya da yöntem var mı?
Abay Alperen Kaplan: Tüm bu olanlarla mükemmel bir şekilde baş edebildiğimi veya özel yöntemlerim olduğunu söyleyemem ama bana güç veren iki ana unsura değinmek isterim.
İlk unsur: Önce Sağlık!
Derler ki, insanın bin bir derdi vardır, ta ki sağlığını yitirene kadar. Sağlığını yitirdiğinde ise artık tek bir derdi vardır. Bu yaklaşımdan yola çıkarak şartlar ne olursa olsun yürümeye devam edebilmek için sağlığımı korumaya özen gösteriyorum. Ve bunu mükemmellik yerine çoğunluk prensibiyle daha sürdürülebilir kılıyorum.
İkinci unsur: Kontrol Edebildiklerine Odaklan!
Tüm bu belirsizliklerin içinde insanın kendisine ve kontrol edebildiklerine odaklanması endişeyi bir nebze olsun azaltıp kişiye umut ve güven veriyor. Değiştirebileceğim şeyler için güç, değiştiremeyeceğim şeyler için sabır diliyorum.”
Bu iki unsuru hayatımın içinde bir noktada buluşturuyorum: O da Qigong!
Çocukluğumdan beri yaptığım Qigong, hem bedensel hem de zihinsel sağlığımı korumak için bana güçlü bir araç oldu. Uzun yıllardır hayatımda olan bu pratik, yaşamın karmaşasıyla mücadele etmemi kolaylaştırıyor.
Qigong sayesinde fiziksel dayanıklılığım ve zihinsel odaklanmam güçlendi. Bu da günlük yaşamda daha az kaygı hissetmemi sağlıyor ve zor zamanlarda hızla toparlanmama yardımcı oluyor.
Ne kadar zorlayıcı dönemlerden geçsem de, Qigong sayesinde daha hızlı ayağa kalkabiliyor ve hayata daha sağlam tutunabiliyorum.
Yani Qigong, benim için yalnızca bir rahatlama aracı değil, aynı zamanda güç ve denge kaynağı!
Kamil Çakır
Sanatçı – Tasarımcı