Merhaba sevgili dostlar…
Bu ay ne yazayım, nasıl yazayım diye çok düşündüm. Bilindiği gibi, ülkemde oldukça zorlu günler geçiriyoruz. Bir yandan binlerce insanın öldüğünü görmek, bir yandan hayata tutunup, bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz, bir yandan da daha
ötesini yaparak, sanatla ilgili çalışmalarınızı sürdürmeye çalışıyorsunuz. İnanın son 20 gündür her gün bu durumlara maruz kalmak, bunlarla yaşamak, çoğu zaman kendi psikolojimizin düzgün çalışması için çok gayret göstermek gerektiğini anladım. Buradaki tek kurtarıcım sanat çalışmalarım oldu. Resim yaparak, kitap okuyarak, araştırmalarıma yoğunlaşarak ancak kendime gelebildim. Dolayısıyla size yazabiliyorum. Biliyorum, belki söylenecek, anlatacak çok şey var ama ben, bizim kendi konularımıza dönmek istiyorum. Sanatın hayatla, yaşadıklarımızla direkt ilişkisi olduğu konusunda konuşmak istiyorum. Bununla ilgili bir şeyler yazmaya çalışacağım.
Bizim bu dünyada yaşadığımız şey, hep bizimle ilgilidir, ben’le ilgilidir yani. Gördüğüm, tuttuğum, hissettiğim, ellediğim, tat aldığım, kokladığım, duyduğum ve kısacası insanın çevresinde olan şeyleri bizler algılıyoruz. Ona göre davranış biçimlerimizi oluşturuyoruz. Bir Kafe’ye gidip, bir şeyler içmemizle ilgili basit bir eylememiz bile, o kadar basit olmadığını, ne gibi olaylar olduğunun farkında mıyız yoksa değil miyiz? Bu durumlara ne kadar duyarlıyız? Yoksa bu kadar güzellikler varken ve bunlardan zevk almak varken, üstelik bunların hepsi yanı başımızda hemen oracıkta dururken hemen alıp kullanmak varken zevkleri, güzellikleri; bunun yerine hoş şeyleri hep uzaktaymış gibi görmek çabasında olmak, onu almak için çok paralar ve zaman harcamak, mutlu olmak için çok çabalar sarf etmek, sanırım işte sorun bu. Bu yüzden, bugünkü yazımı bu basit ama güzellikleri görmek adına “Kafedekiler’’ gibi bütünü kapsayan bir başlık atmayı uygun gördüm.
Bir Kafe’ye gidip, bir şeyler yer, içeriz. Yanımızda dostlarımız varsa sohbetler ederiz, konuşup tartışırız. Olay budur ve çevremizde olanlarla fazla ilgilenmeyiz. Halbuki, tek başınıza gittiğinizde, durum başka şekilde cereyan eder. İlk önce oturmayı algılarız. Yer seçimi yaparız. En arka masalardan birine mi otursak acaba yoksa orta masalardan ya da pencere önünde mi otursak diye kendi kendimize karar vermeye çalışırız. Ya da herkesi görebileceğimiz köşeye mi geçsek? Neden herkesi görmeye çalışırız veya bu istek nereden gelir? Onları incelemek mi istiyoruz ya da eleştirebilecek bir şeyler mi arıyoruz? Neyse, etrafa bakarız, yanı başımızda oturan kişileri süzeriz. İnceleriz onları, değerlendirmeye çalışırız. Bize baktıklarında ise düşüncelerimiz bir başka şekle girer. Beğenme kaygısı başlar. Bizim onları beğenip, beğenmediğimizi belli ederiz veya etmeyiz. Eğer beğenirsek, bizim hal, tavır ve hareketlerimiz değişmeye başlar. Mutluluk hormonlarımız harekete geçer ve yüzümüzde hafif bir gülümseme belirir. Bakışlarınız değişir, içten gelen bakışlar atmaya başlarız. Ve bu durum her zaman tabii ki aynı olmaz, her defasında başka bir formda karşımıza çıkar.
Kafe’de dışarıda oturuyorsak, ağaçlar da varsa bunların kafe ile ilişkisini inceleriz. Ağacın büyük, orta veya küçük oluşu, ağacın yapraklarının şekilleri, bu ortamdaki havayı da değiştirir. O ortamın sizde yarattığı etki, sizin ruh halinizi de etkiler. Sizi hüzünlü, romantik bir duruma da sokabilir veya huzurlu, sakin, dingin, mutlu bir ruh haline de büründürebilir.
Kafe’deki oturduğumuz sandalyelere de masalara da dikkat ederiz. Rahat mı, ergonomik mi ki bu durumlar sizin o mekân da uzun süre oturup oturmayacağınızı da belirler. Sandalye ve masanın ahşap, metal veya başka bir materyalden yapılmış oluşu da o mekanla ilişkisi de önemlidir. Bu durumda, doğru bir şekilde tasarlamak devreye giriyor ki bu görünüm, bizlerin üzerinde yarattığı etki yüzünden, o mekân dolup dolup taşar. Bir yaşam mekanı olup çıkıverir ortaya. Kafe’deki duvarlarda asılı resimlere (antika eşyalar, dekoratif eşyalar v.s.) bakıp, hoşumuza gidip gitmediğini kafamızda tartışırız. Bizi etkilemeye başlarlar ve hangi nedenle buraya asıldıklarını anlamaya çalışırsınız. Yine masa, sandalye de olduğu gibi, onların kafe ile ilişkisini düşünürsünüz. Bunlar afiş halinde de görünebilir. Afişlerin orijinal baskı mı yoksa normal baskı mı olduğunu sorgularken, bunları düzenleyen, tasarlayan mekân sahibinin kültürel durumunu da düşünmeye başlarsınız. Ayrıca verilen hizmetin hangi kalitede olduğu da önemlidir. Bardak, fincan, tabak kaşık, çatal, kahve kalitesi vs. Ona göre bir fiyat politikasını belirlediğini incelerken, sizin böyle bir yerden zevk alarak kahvenizi içtiğinizi düşünürsek, bunların hepsi, o kafe ile bir bağ kurmak isteyip istemediğinizin sonucuna doğru götürecektir. Oraya sık sık gidip, gelir misiniz, yoksa yolunuz
düşerse, uğrayabileceğiniz bir yer mi olur? Tabii ki bu durum yaşam biçiminizin veya yaşam kalitenizin neresinde yer alıyor? Bunları da ayrı ayrı düşünmek zorunda kalabilirsiniz. Çünkü yaşantınızdaki her mekân, sizin dünyaya bakış açınızdır, bakış felsefenizdir. Sizler bu görüşlerle varsınız. Sizi orijinal yapan, olduğunuz gibi görünen, yapmacıksız, doğal olduğunuzda sevimli, takdir gören, kendini kabul ettirmeye çalışmayan, yalın, sade…
Bütün bunları niye sizi anlatmaya çalıştım biliyor musunuz? İnsan olarak görmemiz, duymamız, tat almamız, temas ettiklerimiz, kokladıklarımız… kısacası hepsi akıl ile birleşerek ortaya çıkarsa, işte sanatçı dediğimiz kişi de bunları, bu hale getirip, bize bir şey olarak sunmaktadır. Basit bir yerden bile neler çıkarabileceğimizi gösterebilmektir sanat, yaşam, tat, mutluluk… Çevremiz mutluluğu yakalamak için sayısız donelerle dolu. Biraz bakmak, biraz düşünmek, alın size mutluluk… Bu ister resim olur, heykel olur, performans olur, ister bir eylem, olay olur, hatta bazen de bir fikir olarak açıklanarak önümüze gelir. Bizlerde bunları kendimize göre değerlendirir; bazen reddederiz, bazen olduğu gibi kabul ederiz, bazen de çeşitli bahaneler bulup, hiç olmadık bir tavırda da ele alabiliriz. Bunlara şüpheyle yaklaşıp, kabul etmekle, etmemek arasında herhangi bir görüş bildirmeyecek durumda da olabiliriz.
Size şimdiye kadar bir şeyler söylemeye çalışmak istememin nedeni, yaşantımızdaki her olgu, her an, bir ömrü dolduracak kadar donelerin, olasılıkların var olduğudur. Bu var oluşlar, her boşluğa düşmemizde, bizi oradan çekip, çıkararak, mutlu olmamıza neden olan şeylerdir. Anlamlı var olmamızın sebebi, boşluklarımızın nasıl bir şey olduğunu bilmemizden kaynaklanıyor.
Tekrar görüşmek dileğiyle, hoşça kalın, mutlu kalın…
Murat Mete AĞYAR