İstiklal caddesi kozmopolit yapısıyla İstanbul’un gözbebeği, Beyoğlu’nun kalbidir. Kendinizi caddenin akışına bıraktığınızda, gizemli ara sokaklarından yeni demlenmiş çayına, kitap tezgâhlarından taze poğaça kokularına, tiyatro sahnelerinden sinema salonlarına, okullarından ibadethanelerine, sokak müzisyenlerinden canlı müzik keyfi sunan kafelerine kadar, işe, güne, sevince, umuda, yelken açan insanların mekânıdır cadde… Bin bir rengi barındıran bu caddede rızkını bekleyen sarı tekirin başını okşadığın an; gözün Atlas Sinemasının afişlerine takılır. İşte o saniyelerde çocukluğun gelir aklına. Soğuk kış günlerinin beyaz örtüsü kaplasa da doğayı sıcak bir ıhlamur eşliğinde Türkan Şoray’la ısınır hayallere dalarsın.
Ruhum bu duygularla harmanlanırken sabahın erken
saatlerinde annem ile İstiklal Caddesinin simgesi
haline gelmiş olan kırmızı tramvaya bindik. Taksim’e
gidiyoruz. Taksim Hastanesinin psikiyatri bölümünde
randevumuz var. Annem banka işlerini yapmakta
zorlandığı için bana vekâlet verecek. Vekâleti
verebilmesi için de bir günlük “aklı melekeleri
yerindedir” raporuna ihtiyacımız var.
Yol boyunca sürekli bir şeyler anlatan annemi dinleyerek Taksim’e ulaştık. Hastaneye girmeden önce tedbirli davranmak istedim. Anneme dönüp “bebeğim sadece doktorun sorduklarına cevap ver, anılarını anlatma olur mu?” dedim.
Sinirlenen annem “kızım” dedi “sen de beni iyice geveze yaptın he!”
“Estağfurullah anne, sadece hatırlatmak istedim.” desem de söylenerek girdik içeriye. Genç,
güler yüzlü psikiyatrist karşıladı bizi. Anneme neden buradasın diye sorduğunda, siyatik
ağrılarım var diye başladı, devamında amacını hatırladı ve konuyu dağıtmadan kızıma vekâlet
vereceğim dedi. Birkaç soru-cevabın arkasından psikiyatrist annemin aklı başında olduğuna
kanaat getirerek bize günlük sağlık raporu verdi.
Şimdi sıra ikinci aşamadaydı. Taksimden yürüyerek notere ulaştık. Noter İstiklal Caddesi’nin
üzerinde tarihi bir binanın ikinci katındaydı. Bugün annem adeta yeni programlanmış
profesyonel bir yazılım gibiydi ve hiç susmak istemiyordu. Bu da beni korkutuyordu. Noterin
kapısında annemi durdurarak özellikle üstüne basa basa yukarıda sakın hayat hikâyeni anlatma,
sadece ne amaçla geldiğimiz konusunda sorular sorarlarsa onlara cevap ver olur mu? dedim.
“Aaa” dedi!
“Sen de bir tuhafsın bugün, beni çocuk mu sandın kızım?”
“Yok, yok çocuk değilsin de hani… Böyle bazen şey yapıyorsun ya!”
“Aa vallahi sinirlencem Allah allaah! İşimi halledip incem, ne konuşucam tanımadığım
insanlarla.”
“Peki anne” dedim. “Sen yine de bu konuştuğumuzu unutma.”
Görevli personele “banka işlemleri için vekâlet alacağım” dediğimde, “sizi noterle
görüştüreyim” dedi. Dağınık bir odada masa ve dosyaların arasında kaybolmuş noter hanım
karşıladı bizi. Tek koltuk vardı annemi oturttum ben ayaktayım.
“Size nasıl yardımcı olabilirim” dedi noter. Ben de raporu sunarak kısaca neden geldiğimizi
anlattım. Aslında raporu verince işlemlerin tamamlanması gerekirken noter de psikiyatrist gibi
anneme sorular sormaya başladı.
Başlangıçta her şey yolundaydı. Annem geliş amacımızı anlattı ama noter durmuyor, sürekli onu
konuşturmaya çalışıyordu. Gelen sorulardan ilgiden son derece hoşnut olan annem yavaş yavaş
gevşemeye başladı.
Ah annem ya! Buraya kadar iyi getirdi de…
Dayanamıyor, konuşmaya dünden hazır. Tanıyorum onu dayanamayacak da!
Ve o dakikalarda annemin göz bebekleri büyüdü, göğüs kafesi genişledi, derin derin nefes alıyor.
Birazdan Yeşilçam filmlerinden bir sahne çekileceğini hissediyorum.
Noter hanım ise avına kilitlenmiş durumda. Pür dikkat gözlerini kırpmadan anneme bakıyor.
Annem bir açık versin o da yakalasın. Benimki de sancılı, daha fazla dayanamıyor ve bombayı
patlatıyor.
“Ben unutkanım” diyor.
“Allah seni inandırsın kızım çok unutkanım.”
“Gençliğimde de çok unuturdum.” Bana dönüyor, başıyla beni işaret ederek “kızımda bana
benziyor” diyor.
Ben mi? Ben kimim mi? Ben suçlu… Annesinden vekâlet almak isteyen kötü çocuk. Suçluyum
ben. O nedenle ikisinin arasında kaldım dimdik ayakta bekliyorum. Sinirlerim iyice gerildi. Hiçbir şey söyleyemiyorum. Hiçbir hareket yapamıyorum. Bir şey desem noter müdahale etmeyin lütfen diyecek. Annem diyorum içimden. Sus ne olur! Noter seni yakaladı, sonumuz iyi değil. Bütün içi organlarım dans ediyor. Midem, kalbim anneme sus diye ateş ediyor. Ama annem susmuyor. Bunu ben doğurdum gururuyla beni de sohbetine dâhil ederek anlatıyor da anlatıyor… Kurban olduğum annem zamanlaman mükemmel. Gözlerim yanıyor, ama ağlayamıyordum.
Seninle aşağıda ne konuştuk be kadın? Cümlelerin ardı ardına duman misali havaya karışıp yok oluyor.
Noter ne güzel diye mırıldansa da panter gibi pençelerini çıkarmış üzerimize atlayacak.
Gerginlikten cam gibi çatlayıp ikiye ayrılmak üzereyim. Bir şey desem işler iyice sarpa saracak.
Aman, bugün bu iş bitmeli! Yoksa bir gün daha işyerinden izin alamam.
Anne bir sus! Niye sürekli yeni kelimelerle yeni cümleler çağrıştırma peşindesin. Kıvama geldi
bir kere kelime dağarcığını genişletmek için harfleri bile esnetiyor. Bir çırpıda kereviz
yapraklarını nasıl değerlendirdiğine geçiyor. Kereviz yaprağı nereden çıktı şimdi ya? Dur durak
bilmeden anlatıyor, nefes nefese cümlelerin peşinden koşuyor…
Annemin unutkanlığı ilgili anlattığı kısa festival filminin ardından, noter gözlüklerini masaya
koydu koltuğuna yaslandı. Gözlerindeki ışığı fark ediyorum. Tuhaf bir pırıltı var bakışlarında.
Pamuk ipliğine bağlıyız. Farkındayım, kararımız bıçak sırtı gibi…
“Üzgünüm” dedi “onay veremem”. “Neden” dedim. Yaklaşık 15 dakikadır ağzımdan çıkan tek
cümleydi bu. “Neden veremezsiniz?” Anneniz unutkanmış. Unutma bizim için anahtar kelime.
Ya buraya neden geldiğinin farkında değilse? “Ne demek noter hanım” diyorum. “Annemin aklı
melekeleri yerinde raporu da sunduk size”.
Annem bir şeylerin ters gittiğinin farkına varıp vites değiştiriyor. Güya belli etmeyecek. Konuyu
değiştirmek için “noter kızım; evli misiniz bekâr mısın?” diyor. Evet, anne çöpçatanlığın tam
sırası… Bir de nüfus kayıtlı örneğini iste… Hafiyeliğin eksik kalmasın.
Bu hamlenin fayda etmeyeceğini anladığı saniyelerde
rotasını tam karşımızdaki Yeşilçam sokağına çeviriyor.
Kadife gibi yumuşacık ses tonundan sıyrılıp Aliye Rona’ya
dönüşüyor. “Kızıım” diyor. “Ne uğraştırıyorsun bizi.”
Sanki noter uğraştırıyor. Uğraştıran sensin…
Ben gidemem bankaya. Merdivenleri inemiyorum çıkamıyorum. Aaa bırak kızım halletsin işlerimi diyor ve imzayı attırıyor.
Noterin odasından ayrılırken seninle sohbet etmek güzeldi diyor annem. Noterde çıt yok. Çünkü zihni allak bullak oldu. İyi oldu noter hanım sen bunu hak ettin. Her şeyi ben bilirim tavrınla git şimdi iki kilo kereviz al saplarını iyi değerlendir. Bu tarifi başka yerde bulamazsın.
Teşekkür ederek oradan kaçarcasına ayrıldık. Caddeye çıktığımızda konuşma sırası bana geliyor.
Ya anne, ben sana girerken demedim mi?
Neyiii? diyor şaşkın bir ifadeyle.
Neyi mi? Anne notere girerken hayat hikâyenden bahsetme güncel sorulalar cevap ver demedim
mi?
Ne evet ne hayır, çıt yok. Biliyor suçunu.
Annee dedim
Yooo demedin! Dedi.
Yo mu? Nasıl demedim?
Ay kızım dedin dimi?
Vallahi ben unuttum ya tembih ettiğini.
Hadi gel anne diyorum tüm stresimizi geride bırakarak maaşını çekelim. Sonra sen bana bir profiterol ısmarla. Ben tatlımı yerken sen de tatlı tatlı anılarını anlat…
Hayat rollerimizi değiştirerek sınıyor bizleri. Önce sen bebek oluyorsun, büyüdüğünde de annen
senin bebeğin oluyor. Belki de bundandır anneme “bebeğim” diye seslenişim. Annem 76
yaşında. Her yaş alışında yeni bir kimliğiyle “merhaba” diyor biz çocuklarına.
Nafiye BOZKURT