Merhaba sevgili okurlar,
Bu ikinci buluşmamızda bir sanat yapıtında ne görmeliyiz, neye, nasıl bakmalıyızı konuşacağız. Daha doğrusu nasıl yaklaşmamız gerektiğini ya da bir anlam vermemiz gerekir mi veya gerekmez mi? Nasıl sorusu burada en önemli soru tipidir. Ne sorusu, sadece o şeyi tanımlar ve biter. Nasıl sorusu ise olayın bütününü anlatır.
Bunları bir resim yapıtı üzerinden anlatırsak, daha net anlaşılır. Sanatçı bir resme başlarken (çeşitli eskizlerden sonra), önce onun genel olarak boyutlarının yatay veya dikey mi olacağına karar verir. Çünkü yapacağı resim, dikey bir dörtgende mi etkili olur veya yatay bir dörtgende mi etkili olacağını düşünür. Sonra resmini çizgi, ton, renk gibi plastik elemanlarla oluşturur. Elemanların karışımı ile de veya kolaj, asemblajlarla da gerçekleştirebilir. Resmin alt-üst veya sağ-sol taraflarla da hesaplarını yaparak(düşünsel veya sezgisel olarak) resmini oluşturur.
Resimlere dışarıdan bir insan olarak nasıl bakarız? Veya nasıl bakmamız gerekir? Örnek olarak tipik bir Mondriaan resmine baktığımızda siyah bant şeklinde koyu alanlar görürüz. Kırmızı, mavi, sarı ve beyaz dörtgenleri, siyah alanlar belirler. Resim, bir düzen, bir sistem içinde görünür. Renkli alanlar belli bir simetri içinde değil, resmin dengesini sağlaması, sıcak-soğuk etkisini koruması içindir. Kırmızı, mavi ve sarı renklerle de, en temel renk anlayışını görürüz. Bunlar dediğimiz gibi bir düzenin olgusu olarak karşımıza çıkar.
Bu işi bilen insanların gözüyle bakarsak, (resim eğitimi görmüş, sanat okumuş, bunun artık felsefesini bilen insanlar) böyle anlamlandırabileceğimiz durumlar meydana gelir. Çünkü sanatçı resminde dikey formlar, alanlar kullanıyorsa, bir şeyin ayakta durmasını, ayakta kalmasını, sağ-sol yatay formlara, alanlara karşı bir yapı oluşturmasını istemektedir. Yine bir resimde de yatayları fazla görüyorsak, buna karşıt olan dikeylerin durumu, o yatayların gücünü belirleyecektir. Her şey tersiyle vardır. Bu da bildiğiniz gibi felsefe de ‘’Zıtların Birliği’’ ilkesiyle kendini gösterir. Zıt şeyler bir arada bulunur. Zıt şeylerin olduğu yerde, enerji vardır, heyecan vardır, coşku vardır. Dikey x yatay, eğri x doğru, yumuşak x sert, siyah x beyaz, vs…vs…sayısız derecede örnek verebiliriz. Bunlara bir de diyagonalleri, dinamik yapıları da katarsak, işte düşünerek bakmamız gereken resimler ortaya çıkar. Bu arada bu
saydığımız yapılar, kendi yaşantımızda, hayatımızda birebir var olan şeyler. Çünkü yaşantımıza dikkat edersek, çeşitli zıtlıkları, uyum içinde olanları, gerilimlerimizi, neyi isteyip istemediklerimizi veya hoşlandıklarımızı, sevmediklerimizi çok açıkça görürüz. Yani yaşamımızın ta kendisidir aslında resimlerimiz. Çünkü sanatçı bilmediği, görmediği, hissetmediği, yaşamadığı herhangi bir şeyi, resminde göstermez. Sanatçı okuduğu, tattığı, sevdiği, bilebildiği şeylerin resmini yapar. Bunları tabi ki akıl ve duygu yoluyla gerçekleştirir. Zaten akıl ve duygunun birleşimi, duyarlılıktır. Her şeyi duyarlı antenleriyle algılar sanatçı.Böyle oluşturur yapıtlarını.
Peki biz nasıl bakacağız resimlere? Bunların bu kadar bilgilerine, tecrübelerine sahip değiliz. Bilmek zorunda da olmayabiliriz. Burada önemli olan şudur. Sanatçı, her şeyden önce insandır. Bu söz Chopin’indir. Yani sanatçı da ağlar, güler, coşar, bağırır, sever, sevilir, yaşamda çeşitli gitgelleri olan kişidir. Sanatçının da bizler gibi yaşam şekilleri vardır. Bu yaşam şeklini daha duyarlı hale getirdiğinde ise, sanat yapıtlarını gerçekleştirir.
Şimdi tekrar konumuza geri dönersek; en basit haliyle bir resme gönülden, gönül gözüyle, yürekten, içinizden ne geliyorsa ne hissediyorsak ne hissettiriyorsa, onu ortaya koyarsak…inanın en doğru yaklaşımınızı sergilemiş olursunuz. Kalpten bakmak, sizin kişiliğiniz, karakteriniz ne ise onun içtenliğiyle bakarsanız, o yapıtın tüm olgularını hissetmiş olursunuz. O yapıtın iyi bir resim olduğunu veya problemli bir resim olduğunu keşfedersiniz.
Bu yüzden ister somut ister soyutlama hatta ister soyut resme bakarken, ille de resimden anlamak zorunda olmadığınız için yeter ki kendiniz gibi, içten, yürekten tüm kişiliğinizle, benliğinizle bakarsanız, oradaki güzel şeyleri fark edersiniz, görürsünüz ve zevk alırsınız.
Bunların yanı sıra, resme bakarken onun üzerinde bilgiler vardır, o bilgileri almanın yolu da ona, sorular sormaktır. Bu soruları sorabilmenin yolu da merak etmek, bilgi sahibi olmak, okumaktır. Hayatınızdaki bazı örnekler, tecrübeler, yaşanmışlıklar, o yapıtın üzerinde olduğunu fark edebilmekten geçiyor. Siz ne kadar kendinize ve yaşama soru sorarsanız, yaşamınız o kadar anlam kazanmaya başlar. Bu durumda da resimle sizin aranızda iletişim başlar. Resmin etkilerini almaya başlarsınız, işte sizin kendiniz gibi oluşunuz da ortaya çıkmış olur.
Sevgili dostlar bu konular o kadar geniş kapsamlı ki tam bir okyanus gibi veya sonsuz evren gibidir. Daha sonraki yazılarımda bu konuya tekrar tekrar değineceğim, anlatmaya çalışacağım elimden geldiği kadar. Tekrar görüşünceye kadar, kendiniz gibi, orijinalliğiniz gibi davranmaya devam edin.
En güzel hissediş böyle oluyor.
Murat Mete Agyar, Professor
Mimar Sinan Fine Arts University,
Facebook: Murat Mete Agyar
Instagram: @muratmeteagyar
Very good read. Very useful information.