Salı, Aralık 3, 2024

info@arttmodernmiami.com

Farklılıklarda Buluşalım

-

|

Hepimiz dünyaya bazı farklılıklar ile geliriz. Genetik olarak farklılıklarımıza, toplumsal ve kültürel farklar da eklenir. Dolayısıyla yaşadığımız hayatta, bireysel ve kolektif kimliklerimiz oluşur. Tam da burada “öteki” tanımını, “ben veya bizi oluşturan tüm kavramların dışında olan, karşı olan, farklı olan’’ olarak açıklayabiliriz. Öteki demek kulağa kötü gelmekle beraber, aslında bu kavram için çok kötü, olumsuz, berbat bir sıfat ve oluşum diyemeyiz. Çünkü kendimizi tanımanın, idrak etmenin, olumlu ve olumsuz yönlerimizi bulmanın, sorumluluklarımızın farkına varmamızın, kendimize bir değer biçmenin yolu; ötekini tanımaktan geçer. Asıl ötekini kötü yapan, ötekileştirilme durumudur. Ötekileştirme; ideolojik, dinsel, hukuksal, siyasal, cinsel tercih, genetik, göç sorunları sebebiyle bir oluşumun içinde yer almak, ekonomik olarak damgalamak vs. gibi sebeplerle, toplum içinde bu tabloya göre iletişim kurmaktandır.  Farklılıklarımızın siyah ve beyaz gibi son derece normal olmasına karşın, ötekini damgalamak dünya üzerinde yüzyıllardır yaşadığımız bir toplum sorunudur. Aslında bir tür zoraki baskı ve mobbing olarak sayabileceğimiz bu dayatma psikolojisi toplumun her yapısında hayatımızı zorlaştırmaktadır. Peki, nasıl daha kolay olabilir bu kavramla yaşamak?

Hayat hiçbir zaman kolaylıklarla gelmez yaşantımıza, o zaman lezzeti olmazdı zaten. Her birimiz toplumda küçük bir parça ve bir sınıfın da üyesiyiz. Bazen içinde bulunduğumuz sınıflar ve içinde yer almadığımız sınıflar arasında ayrıştırma olmaktadır. Böylece sağlıklı iletişimin olmadığı hatta bazen iletişim kopukluğunun yaşandığı durumlar olmaktadır. Bunun nedeni ANLAYIŞIN yerini AYRIŞTIRMA’nın almasıdır. Ayrıca, zaman içinde, SEVGİNİN yerini de maalesef GÖRMEZDEN GELME almaktadır. Dünya üzerindeki tüm toplumlarda bunun örnekleri mevcut, hatta yüzlerce yıl süren dışlanma, damgalanma olayları yaşanmıştır, yaşanmaktadır.

Birkaç örnekle daha net açıklamak isterim. Örneğin tüm dünya üzerinde yaşanmakta olan göç sorunundan bahsedebilirim. Bir ülkeden bir başka ülkeye veya ülkenin kendi içindeki bir kırsal kesimden başka bir kentsel yerleşime yapılan nüfus dağılımı, toplumsal farklılaşmalara neden olur. Nüfus yapısındaki bu değişim; farklı gelir düzeylerine sahip kitlelerin oluşturduğu yeni yaşam alanı, eğlence ve iş yeri bağlamında farklılaşmalara sebep olur. Büyük şehirlerde farklı bir dinamiğin yaşandığı yerleşkeler oluşur. Bu kesimler bazen “varoş” olarak da adlandırılır ve genel olarak ötekileştirilir. Farklı etnik kökenlere sahip bu gruplar için, toplumsal bir ötekileştirme aktif olarak yaşanmaktadır.

Bir başka örnek olarak ırklardan bahsedebilirim. Sosyolojik açıdan ırk; toplum tarafından genellikle farklı görülen fiziksel ve sosyal niteliklere göre insanların gruplandırılmasıdır. Terim öncelikle ortak bir dil konuşanları ve sonrasında belirli milliyetten insanları anlatmak için kullanılmıştır. İnsanlık tarihinin neredeyse başlangıcından beridir ‘ırk” adı altında, yine belirli bir takım sınıflandırmalar yapmış ve kimi zaman ‘ötekileştirme’ bazen eziyet gibi, bazen belli belirsiz ama her koşulda varlığını sürdürmüştür. Özellikle biyolojik farklılıklardan ortaya çıkan sınıflandırmalar, tarih içinde insan onurunu hiçe sayan davranışlara tanık olmuştur. Genetik farklılıklar kadar, kültürel farklar da aynı davranış şekillerini görmüştür. Burada insanlığa en çok yardımı dokunacak ve ayrıştırmayı önleyecek dinamik olarak din, dini inançlar ve dinin bütünleştirici yapısı gibi görünmekle beraber; dünya tarihinde, aynı dine inanmayanların da ötekileştirildiği tarih boyunca görülmüştür.

Yani kısacası konular değişmektedir, ancak öteki ve ötekileştirme, insan tarihinin binlerce yıllık aşamalarında görülmektedir. Çünkü İNSAN dediğimiz varlık kendi düşünce, inanç, kültür yapısı, ailesi, milleti, tercihi vs. gibi sahiplendiklerinin, kabul görmemesinden, inanılmamasından, sevilmemesinden, reddedilmesinden hoşlanmaz. Kişiler sahip olduğu her türlü farklılıklara olumsuz anlamlar yüklenerek, günlük yaşamda bu farklılıkların bir tehdit unsuru olarak algılarlar. Dolayısıyla, ötekileştirme ile “ben” ve “biz” in dışındakilerin olumsuz algılanmasını ve değersizleştirilmesi süreçleri başlar.

Ötekinin değerlerini hiçe saymak, aşırı eleştirmek, telafi sınırlarını zorlamak ile bireyin kendisini değersiz hissetmesine neden olmak ve toplum içinde ayrıştırılmaların yaşanması kaçınılmaz olmaktadır. Bununla beraber bu zorlayıcı psikoloji ile insanların tüm değerlerinden bir anda vazgeçip, ötekinin düşünce yapısına bürünmesi de zayıf bir tutumdur ve sağlıklı değildir. Ama  “Ötekileştirilmek” kavramı ile yaşamak da insan olarak hepimizi boğan bir konudur çünkü özgürlüğümüzü kısıtlar. Kısıtlanmak ise bizi değersizleştiren bir şeydir.

Yazımın başından beri ötekileştirmenin dünya tarihi boyunca yüzyıllardır, pek çok konuda yaşandığını ve aslında önce kişiyi baz alarak psikolojik zararlar verdiğini ve kişilerin, toplumun en küçük parçasını oluşturan ‘aile ‘ yapısına zarar verdiğini, toplumu oluşturanın da aileler olduğunu ifade edersek; öncelikle;

Bireysel psikolojimiz önemlidir. Kendimizi değerli, mutlu, özgür hissetmemiz toplum psikolojisi ve sağlığı açısından çok büyük önem taşır.

Önce BİREYSEL olarak İYİ olacağız, mutlu olacağız.

Toplum içinde saygılı ve tutarlı davranacağız.

Ezici davranışlarından peşinden savrulmayacağız, SEVGİ ve SAYGIile yol alacağız.   

Diğerine karşı önyargıyı, birey aileden öğrenir. Doğru ebeveyn tutumlarına sahip olmalıyız ki yetiştirdiğimiz çocuk da toplumda sağlıklı psikolojiye sahip olsun.

Günümüz dünyasında teknolojinin gelişmesiyle beraber, medya ve araçları üzerinden de ötekileştirme yaşatmak çok yaygındır. Üstelik insanlar yüz yüze bir iletişim olmaması sebebiyle,  sahip oldukları ideoloji üzerinden aralıksız, daha incitici, yargılayıcı iletiler gönderebilmektedirler. Bu bir tür medya zorbalığı olmakta ve insani yönümüze zarar vermektedir. Kendimize ait olan kişisel medya aracımızda, paylaşımlarımızı, zihinsel olmakla beraber duygusal süzgeçlerden de geçirmemiz gerekmektedir. Sağduyu ve empati ile yaklaşmak doğru tutum olacaktır.

Çok kültürlü ve farklılıkların fazla olduğu toplumlarda bakış açımızı değiştireceğiz; kültürel zenginliklere odaklanacağız.

Güven vermeyi ve güven duymayı tekrar öğreneceğiz. Bu yaşadığımız toplumu daha huzurlu kılacak.

Sonuç olarak ötekileştirmeden, hem kendi ideolojine ve hem de  karşı tarafa saygı göstererek yaşamak için insan olmak gerekir. “İNSAN OLMAK” ise güven ister, alçak gönüllülük ister, sevgi bekler, saygı görmek ister… Bunları vicdanla yapmanı bekler, samimiyet görmek ister… Dürüstlük şarttır, doğruluk esastır ‘ insan olmak ‘ için… Kötülüğü görüyorsunuzdur, SİZ İYİLİĞİ TERCİH EDEN VE BAŞLATANLARDAN OLUNUZ. Belki dünya sizin kanatlarınızın altında güzelleşmeye başlayacaktır…

    Sevgilerimle…

ÖZLEM TUNA

Sosyolog / öğretmen / yazar / NLP uzmanı / konuşmacı

ozlemtunaofficial@gmail.com

Share this article

Recent posts

spot_img

Popular categories

spot_img

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz