Merhaba değerli okurlar, herkese kucak dolusu sevgi ve saygılar…
Bu yazımda; Zanaat, tasarım ve sanat arasındaki farklar nedir? Benzerler mi birbirlerine yoksa apayrı mıdırlar? bundan bahsedeceğim. Bunların zaman zaman karıştırıldığını görüyoruz ki bu karıştırılma, bazen büyük farklar varmış gibi olabiliyor, bazen de iç içe girmiş gibi, ikisi de üçü de birliktelermiş gibi olabildiğini görüyoruz.
Zanaat denilen şey için çeşitli örnekler verelim. Taş işçiliği, bakır oymacılığı, binek hayvanlarına konulan eyer işçiliği, seramik tabak süslemeciliği, marangozluk işleri, kuaförlük, cam işçiliği, deri işçiliği, vs. Şimdi bu örneklerini verdiğim zanaat işçiliklerine, mesleklere bakarsak, bunların bir kısmında öğrenim de olabilir ama daha çok o işi el, kol, ayak becerilerinin yardımıyla, usta-çırak ilişkisi gibi, öğrene öğrene, yapa yapa aynı ürünü ustasının yaptığı gibi, yapmaya çalışıyor ve de yapıyor. Kısacası, bu tür eylemlerle emeğini ortaya koyan, bir şeyler yapan kişilerin yaptıklarına zanaat diyoruz. Sermayeden çok nitelikli emeğini kullanırlar. Böylece mal üretiminde bulunan kişi, zanaatkardır.
Buna karşın sanatçı ise, o mal üretimi için, onu tek başına özel olarak düşünüp tek bir sefer olarak ortaya çıkardığı için, sanatçının yaptığı her yapıt tek ve bir tanedir. İkinci bir benzeri yoktur. Sanatçı, yeniden ikinci eserini de ilk defa yapıyormuş gibi yapar. İkinci eser de, birincisi gibi aynıymış gibi görünmesine rağmen, o da birincisi gibi orijinal ve tek’dir, biriciktir. Yani sanatçı her eserini, tek olarak üretir. Halbuki bir bakır oymacısının yaptığı her tabakla bir sonraki ve daha sonraki tabaklar arasında problem yoktur, hepsi aynıdır, hatta mükemmel derecesinde yapılmıştır. Birincisi ve 30’uncusu arasında hiçbir fark yoktur. El emeği ile aynısı üretilmiştir. O ürün satılacaktır ve yarın aynısı tekrar tekrar üretilmeye devam edecektir. Ama sanatçının eseri bir tane olmasına rağmen satılma garantisi yoktur. Buna rağmen sanatçı, yeni bir tane orijinal olarak üretmeye devam eder. Sanatçı yapıtını üretirken, kafasında binlerce problemi çözecek şekilde yaklaşır ve bu yüzden sanatçının eseri veya ürünü, tekdir. Halbuki zanaatkârın ürünü aynıdır, aynı şekilde işlemini yapar ve bitirir. Süresi bellidir. Sanat yapıtında ise, süre belli değildir. Yani sanat yapıtının benzeri yoktur, bir tanedir. Zanaat eserinin pek çok benzeri vardır. Sanatçı her defasında, özgün bir eser ortaya çıkarır ve bunun için çalışır.
Bazı mesleklerdeki bu zanaatkarlık nasıl ortaya çıkıyor? Örneğin; taş işçiliği çimentonun olmadığı dönemlerde büyük taşlar çok düzgün bir şekle getirilerek(küp), evin, binanın, kalenin, sarayın, cami ve kiliselerin, mezarların yapılmasında öncü oldular. O dönemlerde taş yontucuları ağır, zahmetli büyük bir emek harcayarak bu mesleği gerçekleştiriyorlardı. Sonradan demirin devreye girmesiyle demir-taş birlikteliği, ev, bina yapımında başka bir safhaya evrildi. Sonra da sanayileşmeyle birlikte çimento taşın yerini alarak çimento+kum+demir üçgeni kuruldu. Buradaki kumu, taşın küçük parçalara bölünmüş hali olarak düşünebilirsiniz. (Kumu kimyasal olarak tabi ki taş gibi değerlendirmeyiniz. Ben burada kum taş ilişkisini metafor olarak yapıyorum.) Ve evler, binalar birbirlerinin hep tekrarı olarak gerçekleştirildiler.
Binek hayvanların üstüne konulan eyerlere gelince; önceleri atın üstüne bez parçaları gibi şeyler atıp, bindiler. Bu bez yerine, daha dayanıklı malzeme olarak deriden (bir örtü gibi) yararlandılar. Sonraları deriyi işleyerek, atın sırtının ergonomisine ve üst tarafında binen kişinin oturduğu yeri şekillendirdiler. Ve bugünkü atların üzerine konulan “eyer” denilen bir ürün ortaya çıktı. Eyerlerin hepsi birbirinin aynısıdır. Aynısı da olmak zorundadır.
Marangozluk mesleğinde de aynı mentaliteyi görürüz. İnsanların mekanlardaki oturma, yatma, yemek yemek için çeşitli koltuk, yatak, yemek masası objelerini ürettiler. Bunları daha işlevsel hale getirdiler. Sonra da bunlara estetik kaygılar yükleyerek bu objelerin ya bir sanatçı tarafından üretilmek üzere ele alındığı ya da bir tasarımcı tarafından çok üretilmek üzere bu objeler üzerinde işlemlere tabi tutuldular. Formlarını, boyutlarını, renklerini hatta mekân içinde birbirleriyle ilişkilerini değiştirerek, başka bir tasarım ürünü haline getirmeye başladılar. Bu esnada Alman ekollerinden Bauhaus sanatçıları ve tasarımcılarının güzel örneklerini (özellikle 1920-1930 yılları arası) internetten görebilirsiniz. Halen 1920’lerde üretilmiş bir Bauhaus ürünü sanki bugünün bir ürünüymüş gibi güzel tasarlanmış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yine demir ustasının ürettiği demir kapılar, pencereler, vitrinler, aklınıza gelebilecek her türlü demir işlerinin de birçok benzeri vardır. Demir ustası aynı ürünü defalarca tekrarlar, yeniden bir daha, bir daha aynısını ortaya koyar. Sanatçı ise bu demir işlerinden her defasında, özgün, tek, eşsiz bir ürün ortaya koymak için düşünür, çizimler yapar, bozar, bir daha bir daha yapar. Sonunda bir tane, tek bir iş çıkar ortaya. O yüzden çok düşünülüp, birbirine benzemeyen eşsiz ürünler gerçekleştirir. Yine başka mesleklerden cam işçiliği, deri işçiliği de bunlara verilebilen örneklerdir. Tasarımcı, zanaatkar ve sanatçı arasında bir yerdedir. Ama işleri gereği bazen zanaatkarlığa doğru gider, bazen de sanatçı gibi tavır alır. Sanatçının el emeğine düşüncesini kattığını unutmayalım. İlle de bu yapıtın, toplum için direkt olarak yararlılığı yoktur. Ama dolaylı yönden herkesin göremediğini onlara göstermesi bakımından faydası vardır.
Michelangelo’nun mermerden, taştan oluşan eserlerini gözümüzün önüne getirelim. O da bir taş işçisi gibi taşı, mermeri oymaya başladı ve o güzel eserleri meydana getirdi. Ancak, bir eseri ortaya çıkarmadan önce belki de yüzlerce mermerin nasıl oyulacağının denemelerini yaptı. Hatta, hangi mermer türünün kendisinin istediği bir yapıt haline gelmesi için o tür mermerden anlaması gerekiyordu. Sonrada bu eseri bazen en ince ayrıntısına kadar, bazen de yarım bırakılmış izlenimi veren heykellerini gerçekleştirdi. Özellikle bu yarım kalmış gibi görünen eserler son dönemlerine rastlar. Belki de her yerinin daha çok söz söylemesini istemiyordu. Daha yalın, daha minimalize ediyordu. İşte bu hareketleri bir taş işçisinin olayında göremezsiniz. Tasarımcı da burada bu işlemleri tasarlar, planlarını yapar, çizimlerini ortaya koyar. O işlemin gerçekleşmeden önceki tüm aşamaları düşünen, taslaklarını çizen, kâğıt üzerinde görünür hale getirmeye çalışan kişidir tasarımcı. Taş işçisi o üründen defalarca
aynısını yapar (çokluk kavramı), tasarımcı o taştan neler yapabileceğinin çizimlerini yapar, görünür hale getirir, hatta bazen o yapıttan çok yapılmasını sağlar, bazen bir tane yapılmasını da gerçekleştirebilir. Ama sanatçı her zaman tek, eşsiz, bir özgün yapıt olarak belki bir iki kereye mahsus gerçekleştirir ama her zaman bunu yapmaz. Yine her zaman tasarımcı, taş işçisi gibi sürekli olarak seri üretim de yapmaz. Bazen iki üç tane, onlarca, bazen de elli tane de üretilmesini isteyebilir. Sanatçıyı da söylediğimiz gibi bir tek olarak, eşsiz, özgün, orijinal yapar her eserini. Basit bir deyişle şöyle noktalayabiliriz bu yazımı.
Taş işçisi: Çokluk ve aynı olmak koşulu var.
Tasarımcı: Bazen tek, bazen çokluk kavramı ile uğraşır çalışmalarıyla.
Sanatçı: Her zaman teklik kavramı var. Eşsiz, özgün, orijinal.
Herkesi saygıyla selamlıyorum.
Murat Mete AGYAR