İlk köşe yazını hangi konuda yazacağına karar vermenin ne kadar zor olduğunu şimdi fark ediyorum. Yakınımdaki birkaç kişiye fikrini sorduğumda bana kendimi tanıtan bir yazı yazmamı tavsiye ettiler. Fakat beni tanıtan o kadar çok yazı, röportaj ve yorum var ki ben beni tanıtan her şeyden ve kendimi tanıtmaktan SIKILMIŞ durumdayım. Onun yerine özgürce hayatımı, tasarım maceralarımı, hikayelerimi ve ilham aldıklarımı buradaki süremde sizinle paylaşırsam beni daha iyi tanıma şansınız olacağına inanıyorum. Kısaca bu köşeyi tamamen sahiplenip ben gibi yapmakistiyorum.
Şimdi gelelim bu günkü yazıya, size kendimi bu yazıyı yazarken bulduğumu anlatacağım.
19 Aralık 2022’de Tuğba Yazıcı’dan benimle “bir konuda” konuşmak istediğine dair bir mesaj aldım. Ben tipik bir ben olmanın yanında, bir de o sırada yasadığım küçük çaplı facialar serisinden ötürü, mesajı tabii ki de 20’sine kadar görmedim…
Tuğba ile ben birkaç sene önce tanıştık, birbirimizi işlerimizden ötürü biliyorduk ama tanışmıyorduk. Tuğba’nın bir röportaj için bana mail atması üzerine, mailler üzerinden tanışma sansımız oldu. Röportajdan ikimizde çok keyif aldık ve ortak noktalarımız ve bakış açılarımız uluslararası bir arkadaşlık kurmamıza sebep oldu.
Neyse, ben Tuğba’ya ayın 20’sinde ancak mesaj atabildim, planlı bir insan olarak konuşabileceğim bir saat verdim, tek problem hayatım kısaca bir cinayet sahnesinden olduğu için o konuşma birkaç saat rötarlı oldu. Birbirimiz ile iletişime geçebildiğimizde elimde M&S den aldığım bir torba yiyecek, Oxford caddesinin ortasında, o günkü 1000’inci telefon konuşmamı hayatta kalarak bitirmeye çalıştığımı söyleyebilirim.
Benim bu modda açtığım telefonun karşısında, Tuğba son derece heyecanlı bir şekilde üzerinde çalıştığı muhteşem projeyi anlatmaya başladı:
“Merve ben bir gazete çıkarmaya karar verdim, sanat, hayat sağlık. Bu proje için alanında tecrübeli, yetenekli ve başarılı dünyanın dört bir tarafında yasayan kişileri bir araya getiriyorum; bilgilerini, hayatlarını, tavsiyelerini paylaşacakları bir platform olsun diye.”
Telefondaki heyecanını o kadar iyi duyuyorum ki; Oxford’un bütün gürültüsü ve hayatımdaki
kabustan ötürü kafamın içinde donen trilyonlarca sesi aşıp bana kendini dinletiyor. Konuyu
anlattıktan hemen sonra bana 3 opsiyon verdi:
1- Art Modern Miami için seninle bir röportaj yapabiliriz.
2- Art Modern Miami’de konuk yazar olabilirsin.
3- Veya sana bir köşe verebiliriz ve Art Modern Miami de devamlı bir yazar olabilirsin, tabi böyle bir
vaktin veya yazma merakın var mı bilemiyorum…
Tabii ki siz şu an bu yazıyı okuduğunuza göre cevabımı biliyorsunuz.
Ama ben sizinle tam Tuğba bana opsiyonlarımı sayarken kafamın içindeki iç sesler ekibi ile geçen konuşmaları paylaşmak istiyorum.
Bir tarafım inanılmaz heyecanlı ve sevinç çığlıkları atarak:
“Umarım bana bir köşe vermeyi teklif eder” diyor.
Diğer tarafım asabi bir şekilde gürleyerek:
“Sen aptal mısın? Şu anda stüdyoda bir su baskını ile uğraşıyorsun ve 11 yıllık kariyerinde ilk defa üretim durdurmuş durumdasın. Devamlı müşterilerini ve birlikte çalıştığın başka iş yerleri ile konuşmalar yapıyor, üstüne 11 yıldır ilk defa iş geri çeviriyorsun. Suyu durdurmak için hiçbir şey yapamıyorsun çünkü su ana boruda dolayısı ile sadece telefonlardasın ve tanımadığın insanlarla mevzuyu çözme savaşı veriyorsun. Yetmiyormuş gibi bir gaz kaçağı var ve onun için birilerinin pesinde koşuyorsun. İçerideki sudan ötürü oluşan rutubetten malzeme ve şapkaları korumak için alternatif yöntemlerle ısıtma yapıyorsun bu da yetmiyormuş gibi bir taraftan da sigorta ile konuşup en kısa surede nasıl çözebilirizi ayarlamaya çalışıyorsun.
Hayır bunu geçtim bir de taşınacağın evde çıkan gaz ve elektrik problemi yüzünden, bir çanta ile geçici bir evde yaşıyorsun, günlerinden sana kalan süreyi bu problemleri çözmüş olması gereken insanları işlerini yapmaları konusunda uyararak geçiriyorsun. Bütün bunları nasıl çözeceğini bilemezken bir de üstüne başka bir şey mi eklemek istiyorsun? Deli misin? Yorgun, bitkin ve darlanmış vaziyettesin. Hayatından nefret ediyorsun ve bütün bunların asla bitmeyeceğini hissediyorsun. Kısaca sadece uzak dur!!!
Bütün bunların kafamdan geçtiği birkaç saniye içerisinde telefonda “EVET” diye minik bir heyecan çığlığı attığımı itiraf etmeliyim. “Evet, lütfen, yazarım, paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki ve yazmayı çok seviyorum, üstelik sosyal bilimler okudum, yazabiliyorum bunu yapmak istiyorum.”
Hayatımın meşhur “EVET” i.
Size de bu yıl denemenizi tavsiye edeceğim benim iş prensiplerimden biri. Evet deyin; bazen fırsatlar en kötü zamanda gelir, bazen fırsatlar çok korkutucu olabilir, bazen fırsatlar kendinize çok inanmanızı gerektirebilir ve hemen hemen her seferinde fırsatlar zaten üstünüzde olan yükten daha fazla yük getirip daha fazla çalışmayı gerektirebilir.
Ama burada hatırlamanız gereken EVET başarı ve tecrübenin tek anahtarı olduğudur.
Bu sene EVET deyin.
Benim markamın olduğu yere gelmesi,
Benim Londra’da yaşıyor olmam,
Benim dünyanın başka başka noktalarından muhteşem insanlar tanıyor olmam,
Benim hikayemde hayal dahi edemeyeceğim muhteşem anlar yasamış ve yaşıyor olmam,
Benim bugün burda yazıyor olmam hep EVET dediğim için.
Bir tecrübe imkanına asla hayır demeyin.
Bir iş imkanına asla hayır demeyin.
Başkasının yapabileceğinizi düşündüğü bir şeye asla hayır demeyin.
Risk almaya hayır demeyin.
Hayat sıradışı olması gereken bir macera ve hayatınız için yapabileceğiniz en kötü şey onu sıradan
bir hale getirmek.
Bu sebeplerden ötürü bu sene EVET deyin.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere,
Hepinizi seviyorum.
MERVE BAYINDIR
Şapka Tasarımcısı
instagram: mervebayindirofficial